Ya devlet
başa, ya kuzgun leşe: Kararlılık için kullanılır.
Girişeceğim iş ya beni büyük bir varlık sahibi yapacak ya da tümden beni
defterden silecek, perişan edecek, anlamında.
Ya herrü
ya merrü: Bütün tehlikeleri göze almak. Ya tam
başarı ya da tam çöküş.
Ya sabır çekmek: Kendisini bulan olumsuzluklara herhangi bir tepki
göstermeyip bunlara sabretmek.
Yabana
atmak: Bir şeyi önemsiz görmek.
Yabancılık
çekmek: Bir yere yabancı olan orayı bilmeyen
kişinin çeşitli sıkıntılar çekmesi, zorluklarla karşılaşması.
Yâd
etmek: Birini hatırlamak, anmak, onu hatırlamak.
Yağ bal olsun: Yenilen ve içilen şeylerin kişiye helal olması ve
afiyet içermesi için söylenir.
Yağ döksen
yalanır: Çok temiz yer.
Yağ tulumu: Çok şişman kimse. Standartların üzerinde.
Yağcılık
etmek: Birine yaranmak için onu övmek, o kişiye
dalkavukluk etmek.
Yağlı
ballı olmak: Biriyle kişinin arasının çok iyi olması,
kişinin o kişi ile samimi olması.
Yağlı
kapı: Çalışanlarına oldukça fazla kazanç
sağlayan kuruluş, yer, kimse.
Yağlı
kuyruk: Oldukça kolay bir şekilde faydalanılacak
kaynak.
Yağlı müşteri: Zengin, varlıklı müşteri. Çok para bırakan müşteri.
Yağma
Hasan'ın böreği: Hakkı olsun olmasın herkesin kolayca
yararlandığı, kimsenin sahip çıkmadığı, korumadığı kaynak.
Yağma
gitmek: Çok kolay müşteri bulmak.
Yağmur
yağarken küpünü doldurmak: Fırsat
varken o fırsattan yararlanıp para veya mal edinmek.
Yağmurdan
kaçarken doluya tutulmak: Güç bir durumdan kurtulayım derken
daha beteriyle karşı karşıya gelmek.
Yahudi pazarlığı: Bir pazarlıkta iki tarafın da çıkarı için sonuna
kadar mücadele etmesi, oldukça çekişmeli geçen pazarlık.
Yaka paça: Birini kaba kuvvet kullanarak zorla bir yere götürmek.
Yaka
silkmek: Birinden bıkıp usanmak.
Yakadan
atmak: Birini başından def etmek.
Yakasına
sarılmak: İstenilen bir şeyi elde etmek amacıyla
birini zorlamak, sıkıştırmak.
Yakasına
yapışmak: Birine hesap sormak, onu tutup bırakmamak.
Yakasını
bırakmamak: İstediğini elde edinceye kadar
peşini bırakmamak.
Yakasını
kaptırmak: Kendisini bir türlü bir şeyden
kurtaramamak.
Yakayı ele
vermek: Yakalanmak, ele geçmek.
Yakayı kurtarmak: Sevmediği, olumsuz bir şeyden kurtulmak.
Yakayı
sıyırmak: Kaçmak, kurtulmak için eline fırsat
geçmek.
Yakınlık
duymak: Birine karşı samimi duygular içerisinde
olmak, ilgi duymak.
Yakışık
almak: Uygun düşmek.
Yakışık
almamak: Uygun düşmemek, yerinde olmayan
söz veya davranış.
Yalan dolan: Hile, düzenbazlık, kandırma.
Yalancı
pehlivan: Oldukça palavracı kimse. Yapamayacağı işi
yapacakmış gibi görünen.
Yalancısı
olmak: Teyit edilmeyen doğru olmayan bir bilgiyi
başkasından alıp yaymak.
Yalayıp
yutmak: Bir olumsuzluk karşısında ses çıkarmamak,
onu kabullenmek.
Yalpa vurmak: Sağa sola sallanarak yürümek.
Yalvar
yakar olmak: Birinden ısrarla bir şey istemek, ona çok
fazla yalvarıp yakarmak.
Yalvarıp
yakarmak: Çok yalvarmak. Gereğinden fazla yalvarmak.
Yan bakmak: Birine art niyetle, düşmanca bakmak.
Yan
basmak: Dürüst davranmamak, kaypaklık etmek.
Yan çizmek: Bir işi yapmaktan kaçınmak. Bir şekilde dalavere etmek.
Yan gelip yatmak: Yapılması gereken işleri yapmamak, rahatına bakmak.
Yan gözle
bakmak: Kötü niyetle düşmanca nefret edilecek
şekilde bakmak.
Yan tutmak: Tarafsız olmamak, taraflardan birini peşin hükümlü olarak
desteklemek.
Yan yan
bakmak: Kötü bir niyetle düşmanca bakmak.
Yangına
körükle gitmek: Olumsuz bir durumu daha da
olumsuzlaştırmak.
Yangından
mal kaçırır gibi: Gereksiz bir telaş ve ivedilikle.
Yanıp
tutuşmak: Birini çok sevmek.
Yanıp yakılmak: Bir şeyden şikâyet etmek.
Yanına
bırakmamak: Birilerinin yaptığı kötülüklere karşı öç
almak, ondan daha kötü bir şekilde ona kötülük yapmak.
Yanına kâr
kalmak: Birinin yaptığı kötülüğün cezasız kalması.
Yanına
salâvatla varılır: Oldukça kızgın, burnu havada, öfkeli
kimse.
Yanından
bile geçmemiş: En ufak bir benzerlik dahi söz
konusu değil.
Yanlış ata oynamak: Kişinin başarı elde etmek için gittiği yolun
yanlış olması, yanlış bir planla araç-gereçle işi yapması.
Yanlış
kapı çalmak: Yapacakları için yanlış bir adrese gitmek.
Yapmadığını
bırakmamak: Birine elinden gelebilecek bütün eziyeti,
kötülüğü yapmak.
Yara
açmak: Bir şeyin büyük dert, üzüntü ve acıya
sebebiyet vermesi.
Yaraya
merhem olmak: Sorunlara çözüm noktası olmak.
Yaraya tuz biber ekmek: Acıyı sıkıntıyı artırıcı şeyler yapmak.
Yarı yolda bırakmak: Bir yardımı, desteği yarıda bırakmak, sonuna kadar
devam ettirememek.
Yarım
adam: Normal standartlarda olmayan zayıf,
güçsüz, sakat, engelli kimse.
Yarım
ağızlı: Gönülsüzce istemeyerek bir şey yapmak veya
söylemek.
Yarım
yamalak: Eksik, kusurlu, özensizce.
Yarından
tezi yok: En yakın zaman diliminde, hemen.
Yaş dökmek: Ağlamak.
Yaş
tahtaya basmak: Aldatılmak.
Yaşını
başını almış olmak: Yaşı oldukça ilerlemiş kimse, olgunlaşmış
olan.
Yaşını
içine akıtmak: Acısını, üzüntüsünü belli etmemek,
ağlamamak için kendini tutmak.
Yatağa
düşmek: Hastalanmak, hastalığı yenmek için bir
süre yatmak zorunda kalmak.
Yatak
yorgan yatmak: Çok fazla hasta olmak.
Yataklık etmek: Suç işleyenlere yardım etmek, onları gizlemek,
barındırmak, onlara lojistik destek sağlamak.
Yatırım
yapmak: Varlığını bir gelir elde etmek veya
gelecekte bir gelire kavuşmak için bir yere yatırmak.
Yaya
kalmak: Bir taşıt ya da binek hayvana binmeden
ayaklarıyla yürümek zorunda kalmak.
Yayan
yapıldak: Yayan, çıplak ayakla gitmek.
Yaygarayı
basmak: Bağırıp çağırmak.
Yaz boz
tahtasına çevirmek: Bir şey için çelişkili
kararlar almak veya kararsız kalıp sürekli fikir değiştirmek.
Ye kürküm
ye: Birine değerinden dolayı değil giyiminden kuşamından
saygı göstermek.
Yedi canlı: Birden fazla ölüm tehlikesi geçirip sağ kalan kimse, yaratık.
Yedi
düvel: Bütün herkes, bütün dünya.
Yedi iklim dört bucak: Bütün dünya, her yer.
Yedi kat yabancı: Hiçbir tanışıklığı, akrabalığı olmamak.
Yediden
yetmişe: En büyük olandan en küçüğüne kadar eli
tutan herkes.
Yeğ
tutmak: Birden fazla şey içinden tercihini
birinden yana kullanmak, onu seçmek, beğenmek, almak.
Yel yeperek yelken kürek: Heyecanlı ve acele bir şekilde.
Yele
vermek: Gereksiz, boş
yere harcamak, savurmak.
Yelkenleri suya indirmek: Direnmekten vazgeçip anlayışlı davranmaya
başlamak.
Yeme de yanında
yat: Kişiyi oldukça etkileyen onu cezbeden çok
lezzetli yemekler anlamında.
Yemeden içmeden kesilmek: Bir olumsuzluktan ötürü bir şey yememek veya
içmemek, iştahsız olmak.
Yenilir yutulur gibi değil: Kabul edilebilecek bir şey değil.
Yer
cücesi: Hem ufak tefek olan hem de kurnaz ve
fitneci kimse.
Yer demir,
gök bakır: Hiçbir yerden yardım alamamak,
çaresiz kalmak. Çorak ve sıcak yer.
Yer kabul etmez: Çok günahkâr kimse. Çok günahı olan.
Yer
vermek: Bir şeyin önemli olduğunu belirtmek için
ondan bahsetmek.
Yer yarılıp içine girmek: Utanmadan dolayı yapacağını bilemez duruma
düşmek.
Yer yerinden oynamak: Bir şeyin toplumda heyecan, gürültü veya kargaşa
oluşturması.
Yerden
yere çalmak: Birini çok fazla hırpalamak, onu çok zor
durumda bırakmak.
Yere bakan
yürek yakan: Sessiz, uslu görünen fakat gizli ve
sinsice kötü işler çeviren kimse.
Yere göğe sığdıramamak: Birine çok fazla önem vermek, onu her yerde
övmek, ondan bahsetmek. Övüp övüp bitirememek.
Yeri göğü birbirine katmak: Büyük bir heyecan veya korkuya sebebiyet
vermek.
Yeri yurdu belirsiz: Nerede yatıp kalktığı, kiminle vakit geçirdiği
bilinmeyen sokak soytarısı, serseri.
Yerin dibine geçmek: Çok utanıp sıkılmak.
Yerinde
duramamak: Çok hareketli olmak, sürekli
bir şeyler yapma isteğinde olmak, sabırsızlanmak.
Yerinde saymak: Hiç ilerlememek.
Yerinde
yeller esmek: Yok olmak, kaybolmak.
Yerinden
oynatmak: Birilerini makamından, yerinden etmek.
Yerini
doldurmak: Görevden ayrılan birinin yerine gelen
kişinin o kişi kadar başarılı olması anlamında.
Yerle bir
etmek: Bir yeri yakıp yıkmak, taş taş üstüne
bırakmamak, her tarafı harabeye çevirmek.
Yerli
yersiz: Uygun olsun veya olmasın.
Yeşil ışık
yakmak: Bir şeye izin vermek, o şeyin olması için
olumlu bir görüş belirtmek.
Yılan hikâyesi: Karışık, sonuçlanmayan, uzayıp giden, çözülemeyen.
Yılanın kuyruğuna basmak: Kişiye zararı dokunacak, ona kötülük yapacak
birine ilişmek, onu harekete geçirmeye çalışmak.
Yıldırımla
vurulmuşa dönmek: Bir anda ortaya çıkan bir durum karşısında
şaşırmak, ne yapacağını bilemez olmak.
Yıldızı barışmamak: Bir türlü birbiriyle geçinememek. Duygu ve
düşünce açısından aynı noktada buluşamamak.
Yıldızı
parlamak: Ün kazanmak, tanınmak.
Yıldızı
sönmek: Ününü yitirmek, gözden düşmek.
Yıldızları
barışık olmak: Birbirleriyle iyi geçinmek.
Yiyip
bitirmek: Bir kişiyi çok fazla tedirgin etmek, onu
sürekli hırpalamak.
Yok
pahasına: Son derece ucuz, değerinin çok çok altında
bir fiyatla.
Yol
açmak: Bir şeyin başlamasına, olmasına neden
olmak.
Yol
almak: Bir iş, uğraş, meslekte belli bir mesafe
kat etmek.
Yol
aramak: Bir soruna çare bulmaya çalışmak.
Yol
bulmak: Bir şeyin çözümünü bulmak.
Yol geçen
hanı: Herkesin gittiği, uğradığı yol, uğrak
yeri.
Yol
göstermek: Birine rehberlik etmek, ne yapacağını
öğretmek.
Yol iz
bilmemek: Yabancı bir yerde olan birinin gideceği
yeri bilmemesi.
Yol
kesmek: Soygunculuk yapmak, birinin bir yerden
geçmesine engel olmak.
Yol
tepmek: Çok uzun süre yürümek.
Yol
tutmak: Hayatını, doğru bildiği, inandığı bir
düzende devam ettirmek.
Yol
yordam: Davranış kuralları, her şeyin olması
gereken şekilde yapılması.
Yola
çıkmak: Bir yere varmak için olduğu yerden hareket
etmek, ayrılmak.
Yola
düşmek: Bir zorunluluk sebebiyle yola çıkmak, yol
almak.
Yola düzülmek: Yola çıkıp yürümeye başlamak.
Yola
gelmek: Akla uygun hareket etmeye başlamak, düzelmek.
Normal olanı yapmaya başlamak.
Yola getirmek: Bir kimseyi, bir konudaki yanlış tutumunu, durumunu
düzeltmek.
Yoldan çıkmak: Doğru yoldan ayrılmak, kötü bir yola sapmak.
Yoldan kalmak: Yolculuğa çıkmaya niyetlendiğinde karşısına bir
engelin, sorunun çıkması.
Yollara dökülmek: Kalabalık bir şekilde yolda olmak.
Yoluna koymak: Bir işe olumlu bir rota çizmek, onu istenilen bir
duruma getirmek.
Yolunu
beklemek: Birinin gelmesini beklemek.
Yolunu
bulmak: 1. Bir şeyin çözüm yolunu,
çaresini bulmak. 2. Yasal olmayan yollardan kazanç elde etmek.
Yolunu
kaybetmek: Gideceği yolu şaşırmak veya hangi yoldan
gideceğini bilememek.
Yolunu
sapıtmak: Doğru, hak bilinen yoldan ayrılmak.
Yorgan
gitti, kavga bitti: Kavgaya, huzursuzluğa neden olan
anlaşmazlığın sona ermesiyle kavganın da sonlanması.
Yorgunluğunu
almak: Yorgun birinin yorgunluğu gidermeye
çalışması, dinlenmesi.
Yorgunluğunu
çıkarmak: Bir işin olumlu sona ermesi neticesinde
kişinin bunun zevkini, huzurunu yaşaması.
Yörüngesine
oturtmak: Bir işi rayına, yoluna sokmak.
Yufka
yürekli: Acıklı durumlara katlanamayan oldukça
duygusal kişiler.
Yukarı tükürsem bıyık, aşağı tükürsem sakal: Her iki kararda da bir
şey etkileneceği için tercih etmekte zorlanmak.
Yukarıdan
aşağı süzmek: Bir kimseye dikkatli dikkatli
bakmak.
Yuları
eksik: Kaba, görgüsüz, nezaketten kimse.
Yuları ele
vermek: Başkasının buyruğu altına girmek. Özgürlüğünü
kaybetmek.
Yumruk
kadar: Oldukça küçük olan kimse
Yumurta
kapıya gelmek: Yapılması gerekli bir işin artık zamanının
kalmaması, çok sıkışık bir zamana denk gelmesi.
Yumurtaya
kulp takmak: Hiçbir şeyi beğenmemek, her şeyde mutlaka
bir kusur bulmak.
Yumuşak
yüzlü: Kimseyi kıramayan kimseye hayır diyemeyen
kendisinde istenilen her şeye evet diyen kimse.
Yuvarlak
hesap: Küçük tutarlar atıldıktan sonra geriye kalan net
hesap.
Yuvarlak
konuşmak: Gerekeni tam söylememek, farklı yorumlanabilecek
sözler sarf etmek.
Yuvarlanıp gitmek: Mevcut imkanlarla hayatını sürdürmek.
Yuvasını bozmak: Birilerinin aile, ev düzenini bozmak, mutluluğunu
sonlandırmak, her şeyini alt üst etmek.
Yuvasını
yıkmak: Bir kimsenin eşinden ayrılmasına sebep
olmak.
Yük altına girmek: Oldukça sorumluluk isteyen çok ağır bir görevi
üstlenmek.
Yüksek
perdeden konuşmak: Birilerine meydan okur gibi oldukça sert
konuşmak.
Yükseklerde dolaşmak: Ulaşılması zor, çok büyük, önemli
şeyleri isteyen.
Yüksekten
atmak: Yapamayacağı, gücünün üstünde olan şeyleri
yapacağını söylemek.
Yüksekten
uçmak: Elde edilmesi güç şeylere sahip olmak, onları
istemek.
Yükte
hafif pahada ağır: Taşınması kolay, parasal değeri oldukça
yüksek eşya.
Yükünü
tutmak: Varlıklı, para kazanmış, zengin biri
olmak.
Yüreği
ağzına gelmek: Bir anda çok fazla korkmak, aşırı
telaşlanmak.
Yüreği cız
etmek: Birine çok fazla acımak, içi sızlamak.
Yüreği
çarpmak: Bir şeyi merak edip bundan ötürü tedirgin
olmak.
Yüreği
dayanmamak: Çok büyük acı hissetmek.
Yüreği
ezilmek: Büyük acı duymak, üzülmek.
Yüreği ferahlamak: İçindeki sıkıntı ve kaygıdan kurtulmak.
Yüreği hop
etmek: Bir sebepten ötürü bir anda korkup
heyecanlanmak.
Yüreği oynamak: Çok korkmak.
Yüreği
kabarmak: Bir sorun veya sıkıntıdan derin soluk
alma gereği duymak.
Yüreği kararmak: İyimserliğin
yerini sıkıntı ve karamsarlığın almaya başlaması.
Yüreği
katı: Acıma duygusundan mahrum olan kimse. Merhametsiz
kimse.
Yüreği küt
küt atmak: Heyecan, korku ve endişeden yürek
çarpıntısının artması.
Yüreği
parçalanmak: Bir durum nedeniyle çok büyük bir üzüntü
duymak, çok acımak.
Yüreği
pek: Oldukça yürekli, cesur, gözü pek olan
kimse.
Yüreği
yanmak: Gereğinden fazla acımak veya bir felaketi
yaşamak.
Yüreğine
inmek: Çok büyük üzüntü duymak, bir anda
ölecekmiş gibi olmak.
Yüreğine
işlemek: Çok derin bir acı yaşamak. Yaşanılan
acının çok büyük bir etki bırakması.
Yüreğine
od düşmek: Yüreği yanmak, çok fazla üzülmek.
Yüreğine su serpilmek: Duyduğu haberden dolayı kaygısı azalmak.
Yürürlüğe
girmek: Uygulama aşamasına geçmek, hayatta bir
karşılık bulmak.
Yüz bulmak: Birinin kendisine olan aşırı sevgisinden, hoşgörüsünden
şımarmak, hoş olmayan davranışlar sergilemek.
Yüz
çevirmek: Birine gösterdiği yakın ilgiyi kesmek.
Farklı davranış geliştirmek.
Yüz dökmek: Utanma ve sıkılmayı göze alıp bir şey istemek, ricada
bulunmak.
Yüz
görümlüğü: Gelinin duvağını açan güveyin verdiği
armağan.
Yüz göz
olmak: Biriyle aradaki mesafenin kalkmış olması,
laubali olmak, senli benli olmak.
Yüz
karası: Ailesi, çevresi için yaptığı işin utanç
verici olması.
Yüz kızartıcı: Kişiyi utandıracak, küçük düşürecek davranışlar.
Yüz
tutmak: Bir şeyin olma aşamasına yaklaşması.
Yüz
vermek: Birini fazlasıyla şımartmak.
Yüz yüze
gelmek: Karşılaşmak.
Yüzde kalmak: Bir şeyin çok derinine inilmemesi.
Yüze
gülmek: Yapmacık bir şekilde güler yüz göstermek.
Yüze yüze kuyruğuna gelmek: Bir işin en zor kısmını bitirip sonuna
yaklaşmış olmak.
Yüzü ak: Bir suçu veya utanılacak bir durumu bulunmamak. Yüz kızartıcı
hiçbir şey yapmamış olmak.
Yüzü
görmemek: Bazı şeyleri bütün ömrünce görmemiş olmak.
Yüzü gözü
açılmak: Dünyayı anlamlandırmaya başlamış olmak.
İyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı ayırt edebilecek bir seviyeye gelmek.
Yüzü
gülmek: Ferah olmak, sorun ve sıkıntılardan
kurtulmak.
Yüzü
kalmamak: Borçlu olduğu kimseye karşı artık bir şey
isteyemez olmak.
Yüzü
kara: Kötü şeyler yapmış olan ve utanç duyulacak
işler çevirmiş kimse.
Yüzü kasap
süngeri ile silinmiş: Utanmaz kimse. Bir şeyden sıkılmayan
utanmayan ar damarı çatlamış kimse.
Yüzü sirke
satmak: Asık süratli olmak, yüz ifadesi bir
hoşnutsuzluğu anlatan moralsiz kimse.
Yüzü
soğuk: Sevimsiz olan cana yakın olmayan kimse.
Yüzü suyu
hürmetine: Bir kimsenin hatırı için, o kimseye çok
değer verildiği için.
Yüzü
tutmamak: Bir şeyi istemeye ya da söylemeye dili
varmamak, çekinmek, utanmak.
Yüzü
yerde: Nefsini köreltmiş, kibirli olmayan alçak
gönüllü kimse.
Yüzü yok: Yaptığı hatalardan dolayı bir şeyi teklif etmeye yüz
bulamayan.
Yüzünden düşen bin parça olmak: Sorun, öfke ve sıkıntısı yüz
ifadesinden belli olan kimse.
Yüzünden
okumak: Yüz ifadesi birçok şeyi anlatan kimse.
Yüzüne bir daha bakmamak: Birinin değer ve saygınlığını tamamen yitirmek.
Yüzüne kan gelmek: Yüzünün normale dönmesi, benzi beti tam olarak
yerine gelmesi.
Yüzüne vurmak: Kusurunu yüzüne söyleyip ayıplamak.
Yüzünü ağartmak: Övüneceği
bir şey yapmış olmak.
Yüzünü
ekşitmek: Herhangi bir şeyden memnunluk duymadığını yüz
ifadesiyle belirtmek.
Yüzünü gören cennetlik: Çok uzun bir süre ortalıktan kaybolan
kişiler için kullanılır.
Yüzünü
görmemek: Birini uzun zamandır görmemiş olmak.
Yüzünü kara çıkarmak: Bir kişinin söylediği söz veya yaptığı
davranışla birilerini utandırması, mahcup etmesi.
Yüzünü
şeytan görsün: Sevilmeyen kişiye duyulan nefreti
anlatır.
Yüzünün akıyla çıkmak: Yaptığı bir işin hakkını vererek o işi en güzel
ve başarılı bir şekilde yapmak.
Yüzüstü bırakmak: Birini kötü bir durumda yalnız bırakmak. Birine yanlış yapmak.
Ayrıca bakınız
A harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
B harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
C-Ç harfleri ile başlayan deyimler ve anlamları
D harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
E harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
F harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
G harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
H harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
I-İ harfleri ile başlayan deyimler ve anlamları
K harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
L harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
M harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
N harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
O-Ö harfleri ile başlayan deyimler ve anlamları
P harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
R harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
S-Ş harfleri ile başlayan deyimler ve anlamları
T harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
U-Ü harfleri ile başlayan deyimler ve anlamları
Y harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
Z harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder