Sabaha çıkamamak: Günün sabahına varmamak, sabah vakti olmadan erkenden ölmek.
Sabır taşı: Büyük sıkıntılara, felaketlere sabreden
kimse. Çok sabırlı insan.
Sabrı taşmak: Bir şeye tahammül gücünü yitirip dayanamaz
olmak, sabredememek.
Saç ağartmak: Bir işte çok uzun bir zaman emek vermiş
olmak.
Saç saça baş başa: Kadınların kıyasıya
kavgaya tutuşmaları.
Saç sakal birbirlerine kırışmak: Üstü başı oldukça
perişan bir durumda olmak, çok uzun bir zaman saç, sakal tıraşı olmamış olmak.
Saçına ak düşmek: Saçı ağarmaya,
yaşlanmaya başlamak.
Saçına başına bakmadan: İlerlemiş yaşına
yakışmayan davranışlarda bulunan kimse.
Saçını başını yolmak: Çok üzülmek neredeyse
kahrolmak.
Saçını süpürge etmek: Büyük bir fedakârlıkla
çalışmak.
Safra bastırmak: Açlığını bir nebze
yatıştırmak için çok az miktarda yemek yemek.
Sağ gösterip sol vurmak: Yanıltmak, tersini yapmak.
Sağ gözünü sol gözünden sakınmak: Bir şeyin üzerine
fazlaca titremek, çokça kıskanmak.
Sağa sola bakmamak: Ortalığı kollamak,
çevresi ile ilgisiz olmak.
Sağı solu belli olmamak: Nerede ne söyleyeceği
veya ne yapacağı belli olmamak.
Sağlam ayakkabı değil: Güvenilir olmayan kişi.
Güvensiz.
Sağlam kazığa bağlamak: Bir konuda gerekli tüm
önlemleri almak.
Sağmal inek: Kendisinden sürekli olarak çıkar sağlanan
kimse.
Sakalı ele vermek: Birinin boyunduruğuna,
himayesine girmek, onun sözünden çıkmamak.
Sakız gibi yapışmak: Birinin peşini
bırakmamak, ondan ayrılmamak, ona her istediğini yaptırmaya çalışmak.
Salık vermek: Bir kişinin veya bir şeyin uygun
olduğunu tavsiye etmek.
Salkım saçak: Düzensiz bir şekilde, dağınık bir halde.
Sallantıda kalmak: Bir şeyi tam bir çözüme
kavuşturamamak, öylece kalmak.
Saltanat sürmek: Bir yerin yönetimini
elinde tutmak, bolluk, bereket içinde yaşamak.
Saman altından su yürütmek: Bir şeyi hiç kimseye
belli ettirmeden, gizlice yapmak.
Saman gibi: Yavan, tatsız olan.
Sapı silik: Kişiliği oluşmamış, serseri, başı boş
kimse.
Sarakaya almak: Alay etmek, dalga geçmek.
Sarı çizmeli Mehmet Ağa: Kim olduğu ve nereden
geldiği bilinmeyen kimse.
Sarmaş dolaş olmak: Biriyle sarılıp
kucaklaşmak.
Sarpa sarmak: Bir şeyin içinden çıkılmaz bir hal alması.
Satıp savmak: Kişinin malını mülkünü çok ucuz bir fiyata
satması.
Sayıp dökmek: Ne varsa hepsini teker teker söylemek.
Sebil etmek: Bol bol verip dağıtmak.
Sedyelik olmak: Ayakta duramayacak bir
duruma gelmek
Seferber olmak: Eldeki bütün imkânlarla
bir işe girişmek.
Selâm verip borçlu çıkmak: Birine gösterilen küçük
bir ilgi karşılığında kişinin kendisinden büyük bir isteğinin olması.
Selamı sabahı kesmek: Ahbaplığı kesmek,
biriyle daha az samimi olmak.
Sen sağ ben selâmet: İş tamamen sonuçlandı, bundan böyle yapılacak
bir şey yok anlamında.
Senet vermek: Güvence vermek, bir şeyi garanti etmek,
işi şansa bırakmamak.
Senli benli olmak: İçli dışlı olmak, samimi
olmak.
Sepet havası çalmak: Bir kimseyi işten
çıkarmak, ona yol göstermek, onu yanından uzaklaştırmak.
Ser verip sır vermemek: Ağzı sıkı, sır saklayabilen kimse. Çok
zorlansa dahi kimseye sırrını söylemeyen.
Sermayeyi kediye yüklemek: Bir işte bütün parasını
yitirmek, batmak.
Ses çıkarmamak: Karşı çıkmamak, itiraz
etmemek bir şekilde kabullenmek.
Ses seda çıkmamak: Herhangi bir ses
çıkmamak. Bir şeyin olduğu gibi kalması.
Ses vermemek: Bir çağrıya cevap vermemek, sessiz kalmak.
Sesi soluğu çıkmamak: Hiçbir şey söylememek.
Sıcak yüz göstermek: Samimi davranmak,
yakınlık göstermek.
Sıçana dönmek: Çok aşırı ıslanmak.
Sıdkı sıyrılmak: Birinden tiksinmek,
soğumak.
Sıfıra sıfır, elde var sıfır: Yapılan bütün
çalışmaların, verilen bütün emeklerin sonuçsuz kalması, hiçbir şeyin elde
edilememesi.
Sıfırdan başlamak: İşe sadece kendi
olanaklarına güvenerek hiçbir varlık, sermaye olmadan başlamak.
Sıfırı tüketmek: Bütün varlığını
tüketmek, elinde avucunda bir şey kalmamak.
Sıkboğaz etmek: Hazırlık yapmasına
fırsat vermeden birini çokça sıkıştırmak.
Sıkı fıkı: Birbirine bağlı ve teklifsiz.
Sıkı tutmak: Üzerinde dikkatle durmak, önem vermek.
Sıkıntı basmak: Kişinin kendini bir
boşlukta görmesi, ruhunun daralması, can sıkıntısı duyması.
Sıkıntı çekmek: Zor bir durumda kalmak
ya da yoksul bir hayat yaşamak.
Sıkıntıya gelememek: Zor işlerde, anlarda
çabuk pes etmek.
Sır küpü: Birçok sırları bildiği halde hiçbirini
açığa vurmayan kimse.
Sır olmak: Aklın ve mantığın alamayacağı bir şekilde
ortadan kaybolmak.
Sırım gibi: Dayanaklı, güçlü kimse.
Sırra kadem basmak: Ortalıktan yok
oluvermek. Nerede olduğu bilinmemek.
Sırt sırta vermek: Bir konuda işbirliği
yapmak.
Sırtı kaşınmak: Sözleri ve
davranışlarıyla dayak yemeyi hak etmek.
Sırtı yere gelmemek: Yenilmemek. Yenilgi ile
tanışmamak.
Sırtından geçinmek: Sürekli olarak birinin
parasıyla hayatını sürdüren, asalak kimse.
Sırtını dayamak: Güçlü bir kimseye
arkasını dayamak.
Sırtını yere getirmek: Kazanmak, bir
üstünlük elde etmek, rakibi yenmek.
Sıygaya çekmek: Yapılan her şeyin
hesabını sormak.
Sil baştan: Bir işi en baştan yeniden yapmak. Yeniden baştan başlamak.
Silip süpürmek: Ortada ne varsa hepsini
alıp götürmek, onları yok etmek.
Sinek avlamak: İşsiz, güçsüz, boş boş oturan.
Sinekten yağ çıkarmak: Olmayacak şeylerden
yararlanmaya bakmak.
Sineye çekmek: Bir şeyi istemeye istemeye kabullenmek.
Sinirleri alt üst olmak: Çok aşırı bir şekilde
sinirlenmiş olmak. Sinirinden ne yapacağını şaşırmak.
Sinirleri boşanmak: Kişinin kendini
tutamayarak gülmesi, ağlaması ya da bağırması.
Sinirleri gergin olmak: Çok sinirli bir durumda olmak.
Sinirleri gevşemek: Sakinleşmek.
Sinirleri yatışmak: Sakinleşmek, öfke ve
kızgınlığı geçmek.
Sinirlerini bozmak: Öfkelendirmek,
kızdırmak.
Sipsivri kalmak: Tek başına, yalnız ve
çaresiz bir şekilde kalmak.
Soğuk almak: Üşüttüğü için hastalık geçirmek, hasta
olmak.
Soğuk duş etkisi yapmak: Bir anda verilen bir
haberin kişide olumsuz bir etki oluşturması.
Soğuk kanlı: Çabuk telaşlanmayan, kızmayan, heyecana
kapılmayan kimse.
Soğuk nevale: İnsanların içine pek karışmayan,
sevimsiz kimse.
Sokak süpürgesi: Evinde hiç oturmayan
sürekli gezen sürtük kadın.
Sol tarafından kalkmak: İşleri ters gitmek.
Solda sıfır: Değersiz ve önemsiz anlamında.
Soluğu kesilmek: Gücü, kuvveti tükenmek, nefes alamaz olmak.
Soluk aldırmamak: Durmadan dinlenmeden
birini çalıştırmak, kişiye hiç dinlenme imkanı vermemek..
Soluk soluğa: Çok zor nefes alarak. Heyecanlı ve
aceleci.
Son kozunu oynamak: Elindeki son olanağını
da, nesi varsa kullanmak. Bütün imkânları harekete geçirmek.
Sonradan görme: Çok uzun bir süre
yoksul, fakir bir hayat yaşayarak sonradan zenginleşen ve bununla aşırı övünen
ve kibirlenen kişi.
Sorguya çekmek: Birini bir soruşturmaya
uğratmak.
Soyup soğana çevirmek: Bir kimsenin ya da bir
yerin bütün her şeyini almak.
Sökün etmek: Bir şeyin çıkagelmesi ve birbiri ardında
görünmesi
Söz açmak: Bir konu hakkında söz söylemeye başlamak,
konuşmak.
Söz almak: 1. Toplantı başkanından izin
alarak konuşmaya başlamak. 2. Birinden bir şey için olur almak.
Söz altında kalmamak: Kişinin kendini üzen,
inciten sözler karşısında aynı dozda cevap vermesi.
Söz ayağa düşmek: Bir konu hakkında
yetkisiz ve sorumsuz kimselerin konuşmaları, fikir ileri sürmeleri,
düşüncelerini bildirmeleri.
Söz bir Allah bir: Verdiğim sözü muhakkak
yerine getireceğim anlamında. Şüphesiz o sözün gereğini yerine getirecem.
Söz birliği etmek: Bir olay veya durum
karşısında aynı şeyleri söylemek, birlikte hareket etmek.
Söz çıkmak: Bir kimse hakkında bir dedikodunun ortaya
atılması.
Söz dinlemek: Uyarılara uygun davranmak.
Söz geçirememek: Birine bir şeyi yaptırabilecek güçte olmamak.
Söz kesmek: İki kişinin evlenmek amacıyla anlaşıp
kesin olarak karar vermeleri.
Söz meclisten dışarı: Söyleyeceklerimde rencide, onur kırıcı bir
şey olsa da bunları kimse üstüne almasın. Söyleyeceklerimin kimseyle bir ilgisi
yoktur.
Söz sahibi olmak: Bir konuda konuşmaya,
fikir yürütmeye yetkisi bulunmak.
Sözde kalmak: Bir işi yapmayı kararlaştıranın bir türlü
bu işi yapmaması.
Sözü bağlamak: Konuşulanları bir sonuca vardırıp
sonuçlandırmak.
Sözü çiğnemek: Söylemek istediklerini açık ve net bir
şekilde ortaya koyamamak, söyleyememek.
Sözünde durmak: Verdiği sözü tutup sözün
gereğini yapmak.
Sözünden çıkmamak: Birilerinin her
söylediğini harfiyen yapmak, nasihatlerine kulak vermek.
Sözüne gelmek: Başta karşı olduğu, benimsemediği bir
kişinin fikrini kabul etmek.
Sözünü balla kestim: Sözünüzü kesmek zorunda
kaldım dolayısıyla hepinizden özür diliyorum.
Sözünü esirgememek: Söylenmesi gereken
yerlerde kimsenin etkisi altında kalmadan, kimseden korkmadan sözünü söylemek.
Sözünü geri almak: Söylediklerinin yanlış
olduğunu kabul ederek onları söylenmemiş kabul etmek.
Sözünü yabana atmamak: Bir kimsenin
söylediklerine önem vermek.
Sözünün eri olmak: Her şart ve ortamda
verdiği sözden caymayan kimse.
Su dökünmek: Banyo yapmak, yıkanmak.
Su gibi akmak: Zamanın çok hızlı bir şekilde geçmesi.
Su gibi bilmek: Çok temiz, aziz, yanlışı
olmayan birisi olarak bilmek.
Su gibi ezberlemek: Hiçbir yerde eksik bir
şey bırakmadan bir şeyi tam tıkır ezberlemek.
Su götürmez: Kesin ve net olarak belli olmak, başka bir
yoruma kapalı olmak.
Su götürür olmak: Farklı yorumlara
elverişli olmak.
Su katılmamış: Hile katmamış, saf, katıksız, özelliğini
tamamen koruyan.
Su yüzü görmemiş: Kirli, çok uzun bir süre
yıkanmamış kimse.
Su yüzüne çıkmak: Bilinir bir duruma
gelmek.
Sucuk gibi ıslanmak: Elbise ve vücudunun
ıslanmamış hiçbir tarafının kalmaması, her tarafın yaş olması.
Sudan cevap: Baştan savma cevap, özensizce ve tutarsız
olan cevap.
Sudan çıkmış balığa dönmek: Çok şaşırmak, ne
yapacağını bilemez duruma gelmek.
Sudan ucuz: Çok ucuz, bedava.
Sululuk etmek: Ciddi davranmamak, cıvık olmak.
Surat asmak: Bir olumsuzluğu belirtmek için kaşlarını
çatarak yüzüne bu anlamı yansıtmak, küskün, dargın bir yüz ifadesine sahip
olmak.
Surat bir karış: Üzüntülü, kızgın,
somurtkan, oldukça öfkeli bir yüz ifadesine sahip olmak.
Suratını ekşitmek: Memnuniyetsizliğini yüz
ifadesiyle belli etmek.
Sus payı: Birine bir şeyi söylememesi için bir nevi
rüşvet sunmak.
Suspus olmak: Bir tehdit karşısında sesini çıkaramamak.
Sustaya kalkmak: Köpeğin arka ayakları
üzerine kalkması.
Suya götürüp susuz getirmek: Kurnazlık ve hile yapmakta usta olan
kimse.
Suya sabuna dokunmamak: Ortalığı kollayıp kimsenin
gücenmesine meydan vermemek.
Suyu bulandırmak: Yolunda giden olumlu
seyreden bir işi art niyetle olumsuza döndürmeye, iş ve işlemleri karıştırmaya
çalışmak.
Suyu ısınmak: Birinin çeşitli sebeplerden görevinden
uzaklaştırılması.
Suyu kaynamak: Görevden, işten uzaklaştırılma zamanı
yakın olmak.
Suyu nereden geliyor: Bir işi devam ettirmek
için harcanan paranın ana kaynağı anlamında kullanılır.
Suyun başı: Bir işte en asli unsur, ana kaynak, en
yüksek mevkideki kişi.
Suyunun suyu: Hiçbir ilgi ve alakası olmayan çok uzakta
bulunan şey.
Süklüm püklüm: Utanıp sıkılarak.
Sünger çekmek: Bir olumsuzluğu kapatmak, onu hiç
yaşanmamış kabul etmek.
Süngüsü düşük: Neşe ve canlılığını yitirmiş, etkinlik
alanı kalmamış anlamında.
Sürçülisan etmek: Sözcüğü yanlış söylemek.
Sürüncemede bırakmak: Bir işi çeşitli
sebeplerden dolayı sonuçlandıramamak.
Süt dökmüş kedi gibi: Telaş ve korku dolu
olmak.
Süt kuzusu: 1. Çok küçük bebek yavru, korunmaya muhtaç
çok küçük çocuk. 2. Oldukça nazlı, el üstünde büyütülmüş hiçbir zorluk görmemiş
kimse.
Sütü bozuk: Soyu, sopu kötü olan bir sülaleden gelen
ve ahlaksızlıkta sınır tanımayan kötü kimse.
Sütliman olmak: Ortalığın sessiz, sakin
bir duruma gelmesi.
Şad olmak: Çok mutlu olmak, sevinmek.
Şafak atmak: Aklı başına gelerek korkmaya başlamak.
Şafak sökmek: Karanlığın yerinin aydınlığın almaya
başlaması.
Şaha kalkmak: Haksızlıklara karşı yiğitçe başkaldırmak.
Şahken şahbaz olmak: Herhangi bir sebepten
çirkinliği artan kimseler için söylenir.
Şaka gibi gelmek: Bir şeye bir türlü
inanmak istememek.
Şaka götürmemek: Bir şeyin şakaya
gelmeyecek kadar önemli olduğu, işin oldukça önemsenmesi gerektiğini belirtmek
için kullanılır.
Şaka kaldırmak: Birine yapılan şakalara
katlanabilme, bunları özümseyebilme, bunlara dayanma gücü.
Şakası yok: İş oldukça ciddi ve tehlikeli bir
boyuttadır, dikkatli olmak gerekir anlamında kullanılır.
Şakaya getirmek: Önemli, ciddi bir
meseleyi dile getirirken üslubu yumuşatmak, onu şaka yaparak geçiştirmek. Sözü
doğrudan değil dolaylı söylemeye çalışmak.
Şakaya vurmak: Oldukça önemli ve ciddi olan bir sözü şaka
yoluyla geçiştirmek.
Şamar oğlanı: Her fırsatta azarlanan kimse. Günah
keçisi.
Şamata koparmak: Gürültü, patırtı,
kargaşa ortamı oluşturmak.
Şansı yaver gitmek: Şanslı olmak. İşinin yolunda
gitmesi.
Şansına küsmek: İşleri iyi gitmediğinden şikayet
etmek, karamsar olmak.
Şapa oturmak: Umduğunu bulamayıp eli boş kalarak
şaşkın bir hale düşmek.
Şapka çıkarmak: Bir şeyin üstünlüğünü kabul edip ona
saygı duymak.
Şeddeli eşek: Çok yeteneksiz, kaba kimse.
Şeref vermek: Bir kişinin yaptıklarıyla bir yeri
onurlandırması.
Şerefini korumak: Kişiliğine, onur ve
haysiyetine sahip çıkmak, kendini düşürmemek.
Şeşi beş görmek: Bir şeyin görünüşüne
bakarak aldanmak, yanlış bir yorumlamaya gitmek.
Şeyhin kerameti kendinden menkul: İşin kendisinin yaptığını
gösteren hiçbir kanıt ve delil yok.
Şeytan dürtmek: Hiç yoktan, durup
dururken uygun olmayan kötü bir davranışta bulunmak.
Şeytan görsün yüzünü: Biriyle asla bir daha
görüşmek istememek, bir araya gelmek istememek.
Şeytan kulağına kurşun: Yolunda giden bir iş
için "Allah nazardan saklasın, buna kötülük gelmesini önlesin"
anlamında kullanılır.
Şeytana külahı ters giydirmek: Çok kurnaz, çok
becerikli kimse.
Şeytana uymak: Doğru yoldan sapmak, dinimizin emir ve
yasaklarının dışına çıkmak, harama bulaşmak, kötü şeyler yapmak.
Şeytanın art bacağı: Çok yaramaz, haylaz,
kurnaz kimse, çocuk.
Şeytanın bacağını kırmak: Yapılamayan bir işi
başlatmak girilemeyen bir yeri gidilir, gelinir hale getirmek.
Şeytanın yattığı yeri bilmek: Açıkgöz, kurnaz olmak.
Hemen hemen çevresindeki her şeyden haberdar olmak.
Şıp diye geçmek: Birdenbire, ansızın, çok
hızlı bir şekilde geçmek.
Şifayı kapmak: Hastalanmak.
Şimdiden tezi yok: Durmaksızın, vakit
kaybetmeden, hemen.
Şimşekleri üzerine çekmek: Yaptıkları ve
söyledikleriyle çevresinde olan kişileri kızdırmak, rahatsız etmek, onların
saldırılarına hedef olmak.
Şirazesinden çıkmak: Çığırından çıkmak, tam
olarak bozulmak, düzeni kaybolmak.
Şom ağızlı: Her olayı kötüye yorumlayan, sürekli
olarak kötü bir şeylerin olacağını söyleyen, bu söylediklerinin
gerçekleşmesinden korkulan kimse.
Ayrıca bakınız
A harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
B harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
C-Ç harfleri ile başlayan deyimler ve anlamları
D harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
E harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
F harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
G harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
H harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
I-İ harfleri ile başlayan deyimler ve anlamları
K harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
L harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
M harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
N harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
O-Ö harfleri ile başlayan deyimler ve anlamları
P harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
R harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
S-Ş harfleri ile başlayan deyimler ve anlamları
T harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
U-Ü harfleri ile başlayan deyimler ve anlamları
Y harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
Z harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder