Kabak başına patlamak: Bir olayın bütün olumsuzluğunun birini bulması, sonucuna birinin katlanmak zorunda kalması. Günah keçisi.
Kabak çiçeği gibi açılmak: Utangaçlıktan
çabucak sıyrılarak sınırı aşmak.
Kabak tadı vermek: Bıktırmak,
usanç vermek, tatsız gelmeye başlamak.
Kabına sığmamak: Duyduğu
sevinç ve heyecan nedeniyle taşkın hareketlerde bulunmak.
Kabir azabı çekmek: Eziyet,
cefa çekmek. Katlanılamayacak zor bir durumla karşılaşmak.
Kabuğuna çekilmek: Çevresiyle
ilişkisini kesmek, hiç kimseyle görüşmemek.
Kaçacak delik aramak: Korkudan
saklanacak, gizlenecek yer aramak.
Kaderin sillesini yemek: Büyük
hüsrana uğramak.
Kafa cilalamak: Kafayı
çekmek.
Kafa dengi: Uyum
içinde arkadaşlık yapan kimseler.
Kafa dinlemek: Beynen
yorucu şeylerden uzak kalmak.
Kafa patlatmak: Bir
iş üzerinde pek çok düşünmek.
Kafa şişirmek: Gürültü
veya gevezelikle rahatsız etmek.
Kafa tutmak: Karşı
gelmek, karşı çıkmak.
Kafa ütülemek: Saçma sapan konuşarak, gevezelik ederek rahatsız
etmek, çok ve gereksiz konuşmak, Boş
laflarla birini bunaltmak.
Kafa yormak: Bir
konuyu ayrıntılarıyla düşünmek.
Kafadan atmak: Herhangi
bir konuda bir inceleme yapmadan, rastgele konuşmak.
Kafadan kontak: Aklı
kıt, düşüncesiz, saçma sapan işler yapan, deli.
Kafası almamak: Zihin
yorgunluğundan bir şeyi anlayamaz hale gelmek.
Kafası atmak: Çok
Öfkelenmek.
Kafası işlemek: Kavrayışı
üst düzeyde olan kimse. Bir şeyi hemen kavrayabilen.
Kafası kazan gibi olmak: Beyni,
zihni yorulmuş olmak. Gürültü ve karışıklığın kişinin beynini yorması, bir
şeyleri düşünemez duruma sokması.
Kafası yerinde olmamak: Bir
şeye odaklanamamak, kafasını bir şeyin üzerinde yoğunlaştıramamak.
Kafasına dank etmek: Bir
olaydan dolayı gerçeği, doğruyu anlamak.
Kafasına koymak: Bir
şeyi yapmaya kararlı olmak.
Kafasına vura vura: Zorla,
itekleyerek.
Kafayı bulmak: Sarhoş
olmak.
Kafayı çekmek: İçki
içmek.
Kafayı takmak: Birisiyle sürekli
uğraşmak, birine zarar vermeye çalışmak.
Kafayı tütsülemek: Sarhoş
olmak.
Kafayı üşütmek: Akli
dengesini kaybetmek.
Kafese girmek: Aldatılıp
kendisinden çıkar sağlamak.
Kafese koymak: Birini
tuzağa düşürüp ona çıkar, menfaat sağlamak.
Kâğıda dökmek: Yazıya
geçirmek.
Kâğıt üzerinde kalmak: Uygulamaya
konulmamak.
Kahır çekmek: Sıkıntıya
katlanmak.
Kahkahayı basmak: Kendini
tutamayıp oldukça sesli gülmek.
Kahve dövücünün hınk deyicisi: Bir
kimsenin yaptığı bir işi sözüyle destekleyen kişi.
Kalayı basmak: Adam
akıllı küfür etmek.
Kalbine girmek: Sevgisini,
beğenisini kazanmak.
Kalbini açmak: Duygu
ve düşüncelerini birilerine söylemek.
Kalbini kazanmak: Güzel
söyleyişlerle sevgisini kazanmak.
Kalbini kırmak: Birini incitmek, gücendirmek, çok fazla üzmek.
Kalbur üstü: Benzerleri
arasında seçkin, üstün olan şey.
Kalburla su taşımak: Verimi
olmayacak, boş olan bir işle uğraşmak.
Kaldırım mühendisi: Bir iş yapmayan, vaktini sokaklarda
dolaşarak geçiren kimse, işsiz.
Kaleyi içeriden fethetmek: Kendisinin
karşısında yer alan gruptan birinin yardımını alarak başarı kazanmak. İçeriden
alınan bilgilerle orayı içten çökertmek.
Kalıbını basmak: Bir
şeyin doğruluğundan emin olmak.
Kalıbının adamı olmamak: Göründüğünden farklı olmak, bekleneni ortaya
koyamamak.
Kalın kafalı: Bir
şeyi anlamakta zorluk çeken kimse.
Kalıptan kalıba girmek: Menfaati için farklı kimliklere bürünmek.
Çıkarı için her şey yapabilen kimse.
Kalp kazanmak: Hoşa giden, güzel bir davranış ve sözle birilerinin
sevgisini kazanmak, ilgisini üzerine çekmek.
Kalp kırmak: Davranışla,
sözle birini üzmek
Kambersiz düğün olmaz: Bir
işte, eğlencede o işin asıl uzmanları olmadan işin aslı gerçekleşmez.
Kambur üstüne kambur: Bütün
aksiliklerin üst üste gelmesi. Sıkıntının üstüne sıkıntı, yenilginin üstüne
yenilgi, borcun üstüne borç gelmesi gibi.
Kan ağlamak: Çok
büyük bir üzüntü, sıkıntı içerisinde olmak.
Kan beynine çıkmak: Çok
öfkelenmek, sinirlenmek.
Kan çıkmak: Kan
dökülmek, cinayet işlenmek.
Kan dökmek: Birini
öldürmeye neden olmak. Onu yaralayıp öylece öldürmek.
Kan gövdeyi götürmek: Çok
kan dökülmek.
Kan gütmek: Kan
akıtarak birinden öç almaya çalışmak.
Kan kusmak: Çok
eziyet, sıkıntı çekmek.
Kan kusturmak: Birilerine
çok büyük bir sıkıntı yaşatmak. Ona eziyet etmekte bir sınır tanımamak.
Kan kusup kızılcık şerbeti içtim demek: Fazlaca
zahmet çekmesine rağmen tam tersi görünmeye çalışmak.
Kan ter içinde kalmak: Çok
fazla yorulmak, perişan olmak.
Kan tutmak: Birinin
bir kişiyi öldürmesinden dolayı geçirdiği şokun da etkisiyle olduğu yerde
yığılıp kalması, kaçamaması.
Kana susamak: Birini
öldürmeyi kafasına koymak, o hırsı taşımak.
Kanadı altına almak: Birilerini korumak, ona sahiplik yapmak, onu
himayesine almak.
Kanat germek: Birilerini gözetim altına almak, korumak.
Kancayı takmak: Birinin
kötülüğü, zararı için çaba göstermek. Birisine karşı sürekli kötü niyetli
olmak.
Kandilli temenna: Kişinin
elini yere kadar uzatarak yaptığı selamlaşma şekli.
Kanı ağır: Söz
ve davranışları hoş olmayan, kişilere hoşnutsuzluk, sıkıntı oluşturan kimse.
Kanı bozuk: Soyu,
sülalesi belli olmayan. Kötü işler yapan.
Kanı ısınmak: Birine
yakınlık duymak.
Kanı kaynamak: Birine
yakın ilgi ve sevgi beslemek.
Kanı pahasına: Hayatını
tehlikeye atacak kadar.
Kanı sıcak: Sıcakkanlı,
sevimli, cana yakın, sempatik kimse.
Kanına girmek: Birilerini
öldürmek veya ölümüne neden olmak.
Kanına susamak: Kişinin
kendi ölümünü kendisinin hazırlamasına neden olan bir davranışta bulunması.
Kanını emmek: İnsafsızca
birinin bütün varlığını elinden almak veya onu ondan yoksun bırakmak.
Kanıyla ödemek: Bir
şeyin cezasını hayatıyla ödemek. Onun için canından olmak, ölmek.
Kanlı bıçaklı olmak: Bazı
kişilerin bir nedenden birbirlerini öldürecek kadar birbirlerine düşmanlık
beslemeleri, düşmanlıklarının bu seviyeye ulaşması.
Kantarın topunu kaçırmak: Ölçüyü kaçırıp
davranışlarında aşırıya kaçmak.
Kapağı atmak: Sıkıntılı,
zor bir durumdan kurtularak huzur ve refaha kavuşmak.
Kapalı kutu: Kendini
pek belli etmeyen kimse. İçindekileri kimsenin sezmediği, bunun belirtilerini
göstermediği kişi.
Kapı dışarı etmek: Birini
kovmak, onu dışarı atmak.
Kapı kapı dolaşmak: Her
tarafa gitmek, bir iş için bütün odalara uğramak.
Kapı komşu: Kişinin
her şeyini alıp paylaştığı en yakın komşusu. Kapıları birbirine bakan komşular.
Kapının önüne koymak: Kovmak.
Kapısında büyümek: Birinin
yanında, evinde, ocağında eğitim almak, orada kendini yetiştirmiş olmak.
Kapısını aşındırmak: Birinin
yanına istediğini elde edinceye kadar bir iş için çok sık gidip gelmek.
Kapıyı açmak: Bir
işe öncü olmak. O işi ilk yapan kimsenin diğer kişilere rehberlik, önderlik
etmesi.
Kapıyı göstermek: Birini
kovmak, onun gitmesini istemek.
Kara borsaya düşmek: Bir
malın bulunmaz olmasından dolayı değerinin yükselmesi.
Kara çalı: İki
dostun arasına girerek onların arasını bozan.
Kara çalmak: Birini
haksız yere suçlamak, ona leke sürmek, iftirada bulunmak.
Kara gün: Sıkıntının,
yasın, ölümün olduğu gün. Kötü haber duyulan gün.
Kara gün dostu: Yakınlığını
zor günlerde hissettiren kimse.
Kara liste: Kişiye
zararı dokunacak, bir suç sıkıntı oluşturan kişilerin yer aldığı liste.
Kara sevdaya düşmek: Bir kimseye ümitsiz yere
fakat büyük bir sevgiyle bağlanmak.
Karadeniz'de gemilerin mi battı: Öyle
derin derin düşünecek bir şey yok anlamında.
Karalar bağlamak: Büyük acılar yaşamak, yası
olmak.
Karaman'ın koyunu sonra çıkar oyunu: Bir şeyin, işin sadece dış
görünüşü bazen yanıltıcı olabilir. O kişi ya da işin altından nelerin
çıkabileceğini kestirmek zordur.
Karar kılmak: Tercihini bir şeyden yana kullanmak, bir şeyi seçmek
için son sözünü söylemek veya o düşünceye sahip olmak.
Karaya oturmak: Geminin
denizin sığ yerine saplanıp kalması.
Karda gezip izini belli etmemek: Bir
şeyi kimsenin anlayamayacağı bir ustalıkla yapmak.
Kardeş payı yapmak: Bir şeyi birden fazla kimsenin kendi aralarında
eşit olarak paylaşmaları.
Karga tulumba etmek: Birden fazla kimsenin bir kişiyi kollarından
tutarak havaya kaldırmaları.
Kargacık burgacık: Okunması, sökülmesi oldukça zor olan eğri büğrü
yazılmış yazı.
Karınca duası gibi: Oldukça
küçük, okunaksız olan ve birbirine girmiş olan yazı.
Karınca kararınca: Elinden
geldiği kadarıyla.
Karınca yuvası gibi kaynamak: Gereğinden fazla kalabalık ve
hareketli yer.
Karıncayı bile ezmemek: Çok
merhametli olmak.
Karnı tok, sırtı pek: Hali
vakti iyi olan kimse.
Karnı zil çalmak: Çok
acıkmak.
Karnım tok: Bu sözleri çok işittim, artık bunlarla beni
kandıramazsın anlamında.
Karnından konuşmak: Çok
kısık sesle söylemek.
Karşı çıkmak: Ortaya
atılan düşüncenin tersini savunmak veya o düşüncenin yanlışlığını dile
getirmek.
Karşı durmak: Güçlü
olan bir şeye direnç göstermek, ona boyun eğmemek.
Karşı koymak: Boyun
eğmemek, mücadele etmek, direnmek.
Kasıp kavurmak: Acımasızlığıyla
çevresindeki kişilerde korku uyandırmak.
Kasvet basmak: Bunalmak,
sıkılmak.
Kaş göz etmek: Meramını,
söylemek istediklerini kaş ve göz hareketleriyle anlatmaya çalışmak.
Kaş yapayım derken göz çıkarmak: Bir şeyi düzeltme uğraşı içindeyken
onu tamamen bozmak, ona daha büyük bir zarar vermek.
Kaşıkla yedirip, sapıyla göz
çıkarmak: Bir iyilik yaptıktan sonra bu iyiliğini
gölgede bırakacak bir kötülük yapmak.
Kaşla göz arasında: Bir anda, çok zaman geçmeden, hemen.
Kaşlarını çatmak. Öfkeli ve kızgın olmak.
Katı yürekli: Merhametsiz, acımasız kimse.
Katır inadı: Aşırı
inat, vazgeçilemeyen inat.
Kavgaya tutuşmak: Kavga
etmeye başlamak.
Kayıplara karışmak: Kaybolmak,
görünmez olmak.
Kayıtsız kalmak: İlgisiz
kalmak, önem vermemek, umurunda dahi olmamak.
Kaymak tabakası: Bir
toplumun seçkin ve zenginleri.
Kaz kafalı: Anlayışı
kıt kişi.
Kazan kaldırmak: Yönetime
topluca karşı çıkmak.
Kazık atmak: Birini
aldatmak.
Kazın ayağı öyle değil: Gerçek
olan bilinen, düşünülen gibi değil de tersi anlamında.
Keçi inadı: Vazgeçirilemeyen
inat.
Keçileri kaçırmak: Delirmek.
Kedi ciğere bakar gibi bakmak: Büyük
bir iştahla bir şeyi ele geçirmeye çalışmak.
Kedi gibi dört ayak üstüne düşmek: En
zor, sıkıntılı, tehlikeli durumlarda dahi zarar görmemek.
Kedi köpek gibi: Birbirleriyle
sürekli kavga eden geçimsiz kimseler.
Kefeni yırtmak: Çok
ağır, tehlikeli bir hastalık veya durumu atlatmak.
Kel başa şimşir tarak: Maddi
durumu yetersiz olan birinin pahalı şeyler satın alması.
Kel kâhya: Bir
işte bilgisi olsun veya olmasın her şeye burnunu sokan, her şeyi karıştıran
kimse.
Keli görünmek: Kusuru,
suçu ortaya çıkmak.
Kelle götürür gibi: Çok
gereksiz olan bir acelecilik ile.
Kelle koltukta: Ölümü
göze alarak, büyük bir cesaretle.
Kellesini istemek: Birinin
öldürülmesini istemek.
Kellesini ortaya koymak: Bir
konuda ölümü bile göze almak.
Kelleyi koltuğa almak: Ölümü
göze almak.
Kelli felli: Kılığı
kıyafeti düzgün, gösterişli kimse.
Kem göz: Kötü göz, nazar değdirdiğine
inanılan göz.
Kem gözle bakmak: Kötü,
farklı niyetle bakmak.
Kem küm etmek: Bir soru karşısında anlamsız sözler söylemek.
Kemerini sıkmak: Tutumlu
yaşamaya katlanmak.
Kemik atmak: Birini
susturmak amacıyla ona küçük bir şey vermek.
Kemik yalayıcı: Çıkarcı, menfaatçı kimse.
Kemikleri sızlamak: Rahatsız
olmak (ölüler için).
Kendi göbeğini kendi kesmek: Kişinin
kendi işini kendisi yapması.
Kendi hâlinde: Hiçbir
şeye karışmayan, sakin ve sessiz kimse.
Kendi kendine gelin güvey olmak: Başkasıyla
birlikte yapılması kararlaştırılan bir işi kendisi tasarlayıp yapıyormuş
izlenimi vermek.
Kendi kendini yemek: İstediği
gerçekleşmedi diye kaygı duymak, üzülmek.
Kendi yağıyla kavrulmak: Kimseden
yardım almadan kendi ihtiyaçlarını karşılayabilen.
Kendinden geçmek: Kişinin
bilincinin işlemez olması, bayılması. Kişiyi mutlu eden bir olay karşısında
duygulanmak, coşmak.
Kendinden pay biçmek: Olan
bir şeyin, biraz da kendisinden kaynaklandığını düşünmek, o kanıya varmak.
Kendine gelmek: Güç
ve kuvvetini toplayarak bozuk olan durumu düzeltmek.
Kendine yedirememek: Yapılanları
onur kırıcı bularak bir türlü kabullenememek. Bunu kişiliğini zedelediğini
varsayarak buna tepki göstermek.
Kendine yontmak: Hiç
kimseyi düşünmeden bütün fırsatlardan kendi çıkarını sağlamak için
hareket etmek.
Kendini ağır satmak: Bir
işi yapmayı ancak birkaç ısrardan sonra yapmak, bu işi yapmayı kabul etmek.
Kendini alamamak: Bir
şeyi yapmamayı düşündüğü halde bir türlü kendini tutamamak.
Kendini ateşe atmak: Tehlikeli
ve sıkıntılı bir işe bilerek girişmek.
Kendini dev aynasında görmek: Birinin
çok büyük bir adam olduğunu düşünmesi.
Kendini ele vermek: Davranış
veya sözle suçlu olduğunu göstermek.
Kendini göstermek: Kendi
kabiliyet, yetenek ve niteliklerini ortaya çıkaracak şeyler yapmak.
Kendini kaptırmak: Bir
şeye çok fazla odaklanmak, bütün dikkatini o şeye yoğunlaştırmak.
Kendini kaybetmek: Şiddetli öfke ve kızgınlık anında ne yapacağını
şaşırmak, tanınmayacak duruma gelmek.
Kendini paralamak: Bir
işi zamanında yapmak için gereğinden fazla çaba harcamak.
Kendini tutamamak: Kişinin
bir durum karşısında sakin olamaması, mutlaka bir şey yapma gereği hissetmesi.
Kişinin kendi kendine hâkim, malik olamaması.
Kendini vermek: Bütün
gücüyle bir şeye yoğunlaşmak, bütün dikkatini bir şeye vermek, onu çözmeye
çalışmak.
Kene gibi yapışmak: Bir türlü yakasını bırakmamak.
Kesenin ağzını açmak: Para
harcamaya başlamak.
Keyfini çıkarmak: Bir
şeyden, bir şeyi yapmaktan çok fazla zevk almak.
Keyfinin kâhyası: Birisinin
istediği gibi yaşamasına engel olmamak.
Keyif çatmak: Hoşça
ve eğlenceli vakit geçirmek.
Keyif ehli: Oldukça rahat, zevkine düşkün kimse.
Kılı kırk yarmak: Bir
işi yaparken çok titiz davranmak.
Kılıfına uydurmak: Uydurma
bir gerekçe bulmak.
Kılıktan kılığa girmek: Sık
sık düşünce değiştirmek.
Kılına dokunmamak: Bir
kimseye zarar verecek davranışlarda bulunmamak.
Kılını bile kıpırdatmamak: Bir
durum karşısında hiçbir tepki vermemek, ilgisiz ve hareketsiz kalmak.
Kıran girmek: Her
zaman çok olan bir şeyin bir anda bulunmaz bir şey olması.
Kırıp geçirmek: Sözle
veya davranışla kişileri çokça güldürmek.
Kırk dereden su getirmek: Birilerini
kandırmak amacıyla farklı ve değişik nedenler öne sürmek. Sürekli olarak onu
ikna etmeye çalışmak.
Kırk tarakta bezi bulunmak: Birinin birden fazla işle meşgul olması,
gizli ilişkileri olması, birden fazla kimseyle ilişki içinde olması.
Kırklara karışmak: Ortalıkta
görünmez olmak, kaybolmak.
Kıs kıs gülmek: Alay
edercesine sessizce gülmek.
Kısmeti açılmak: Kazancının
gittikçe artması, çoğalması.
Kısmetini ayağıyla tepmek: Ayağına
kadar gelen bir şeyin değerini bilmeyerek onu reddetmek, istememek.
Kıssadan hisse almak: Bir
olaydan, anlatılan bir şeyden kendine ders çıkarmak.
Kıt kanaat geçinmek: Ancak kendisine yetecek kadar para kazanmak,
zar zor hayatını devam ettirebilmek.
Kıvamına gelmek: Bir
şey için en uygun zaman ve şartların oluşması, o şeyin tam da yapılma zamanı.
Kıyameti koparmak: Bir
şeye çok kızıp bağırıp çağırmak.
Kıymeti harbiyesi yok: Hiçbir
değeri yok.
Kızağa çekmek: Birini etkin görevinden alıp pasifize etmek.
Kızarıp bozarmak: Bazı
sebeplerden kişinin bir utangaçlık içerisine girmesi, yüzünün renginin
değişmesi.
Kızılca kıyamet kopmak: Büyük
kavga çıkmak.
Kibarlık budalası: Kibar
olmadığı halde, kibarca davranışlarda bulunmaya çalışan ve gülünç duruma
düşen kişi.
Kilit noktası: Bir
şeyin çözümünü esas alan ana unsur. O işin en önemli noktası, olmazsa olmazı.
Kilometre taşı: Üzerinde
önemle durulması gereken husus.
Kim vurduya gitmek: Kim
tarafından öldürüldüğü bilinmemek.
Kimseye eyvallah etmemek: Hiç kimsenin minneti altına girmemek.
Kimseden iyilik ve yardım beklememek.
Kin tutmak: Birine
karşı düşmanca duygular beslemek.
Kirişi kırmak: Bir
yerden çeşitli sebeplerle kaçıp gitmek.
Kirli çamaşırları ortaya dökmek: Bir
kimsenin ayıplarını herkese anlatmak.
Kitaba el basmak: Yemin
etmek.
Kitabına uydurmak: Yasal
olmayan bir şeyi bir şeyler yaparak yasalmış gibi göstermeye çalışmak.
Kocaya varmak: Evlenmek.
Kodese tıkmak: Birini
hapishaneye sokmak.
Kof çıkmak: Bir
şeyin aslında işe yaramadığı, boş ve değersiz olduğu, gerçeğinden epeyce faklı
olduğunun anlaşılması.
Kokusu çıkmak: Yasal
olmayan bir şeyin gizli yapıldığı halde sonraki zamanlarda
gizliliğinin ihlal edilmesiyle herkesçe bilinir olması.
Kol kanat germek: Birini korumak, onu ön plana çıkarmak,
sahiplenmek, ona yardımcı olmak.
Kolaçan etmek: Olup
bitenleri anlamak için çevreyi dolaşmak.
Koltukları kabarmak: Kendisine
ya da onlara yakın olan kişilere yapılan övgüden kibirlenmek, böbürlenmek.
Kolu kanadı kırılmak: İş
yapamaz bir duruma gelmek, çaresiz kalmak, bir işi yapamamak.
Komaya girmek: Hayati
belirtilerini büyük ölçüde yitirmek.
Korktuğu başına gelmek: Kişinin
endişelendiği, istemediği, büyük kaygı duyduğu bir şeyi yaşaması.
Koynunda yılan beslemek: İyilik
yaptığı birinden kötülük görmek.
Koyun kaval dinler gibi: Bir
şeyi anlamadan, söylenilenin ne olduğunu bilmeden, öylesine dinlemek.
Kozunu paylaşmak: Arada
var olan anlaşmazlığı çözmek için kişinin bir rol üstlenmesi, zora başvurarak
işi halletmeye çalışması.
Kök salmak: Bir
yere iyice tutunmak, sağlam bir şekilde oraya yerleşmek.
Kök söktürmek: Birilerine
çok büyük engeller ve güçlükler çıkarmak.
Köküne kibrit suyu dökmek: Bir
şeyi bir daha asla ortaya çıkmayacak bir şekilde yok etmek, ortadan
kaldırmak.
Kökünü kazımak: Varlığına son vermek.
Köprüleri atmak: Birileriyle
ilişkileri bir daha kurulamayacak şekilde bozmak. Kesin bir şekilde o kişiyle olan
ilişkileri bitirmek.
Kör değneğini beller gibi: Değişiklik
düşünmeden sürekli aynı şekilde davrananları kast etmek için kullanılır.
Kör dövüşü: Düzensizlik.
Kimin ne yaptığının tam olarak belli olmaması, sonuç alınamayacak bir çaba,
uğraş içerisinde olması.
Körler mahallesinde ayna satmak: Bir
şeyi ihtiyaç olmayan bir yere götürmek.
Körü körüne: Saf
saf, iyice düşünüp taşınmadan.
Kös dinlemek: Konuşulanları
dinler görünüp dinlememek.
Köstek olmak: Bir
şeye engel olmak. O şeyin olmaması için engel oluşturan.
Köstek vurmak: Engellemek.
Köşeyi dönmek: Emeksiz,
zahmetsiz zengin olmak.
Kötüye kullanmak: Verilen
bir yetkiyi yanlış yolda kullanmak, istenilmeyen, yasal olmayan bir şey yapmak.
Kraldan çok kralcı olmak: Bir
kimsenin davasını ondan bile fazla savunmak.
Kucak açmak: İhtiyaç
sahibi birine yuvasını açmak, ona yardımcı olmak, onu korumak.
Kukla gibi oynatmak: Kişiye
her istediğini yaptırmak.
Kul köle olmak: Tam bir bağlanma, teslimiyet içerisinde olmak. Her
fedakarlığı yapmaya hazır olmak.
Kulağı delik: Çevrede
olup bitenlerden hemen haberdar olan kimse.
Kulağı kirişte olmak: Bir
yerlerden gelecek haberleri işitmek için dikkatli durmak.
Kulağı tetikte: Söylenecek
sözü, gelecek haberi bekler durumda olmak.
Kulağına kar suyu kaçmak: Huzursuzluk
oluşturan, tedirgin edici bir haber duymak.
Kulağına küpe olmak: Uğradığı
olumsuz bir durumdan hiç unutamayacağı bir ders almak.
Kulağını açmak: Söylenilenleri
çok dikkatli dinlemek.
Kulağını bükmek: Birilerini
söz ve davranışlarına dikkat etmesi için uyarmak.
Kulağını çekmek: Birini
cezalandırmak için kulağını büküp çekmek, bu şekilde kişiyi uyarmak.
Kulağını çınlatmak: Birinden
herhangi bir açıdan bahsetmek, onu anmak.
Kulak asmamak: Bir
şeyi dinlememek, bir şeye önem vermemek.
Kulak dolgunluğu: Başkasından
duyma ile elde edilen, doğruluğu teyit edilemeyen bilgi.
Kulak kabartmak: Belli
etmeden, gizlice söylenilenleri işitmeye çalışmak.
Kulak kesilmek: Büyük
bir dikkatle bir şeyi dinlemeye çalışmak.
Kulak misafiri olmak: Kendisine
çok yakın yerde konuşulan şeyleri isteyerek ya da istemeyerek dinlemek.
Kulaktan dolma: Sağda
solda, ortalıkta işiterek edinilen bilgi.
Kulaktan kulağa: Birinden
bir başkasına gizlice söylenerek.
Kulp bulmak: Birinin
kusurlu bir tarafını bulup göstermek
Kulp takmak: Birinde
kusur, bahane bulmak, onda olmayan bir şeyi ona isnat etmek.
Kumkumav gibi: Tek
başına, yapayalnız.
Kumpas kurmak: Birini
tuzağa düşürebilmek için gizli bir planlama içinde olmak.
Kundak sokmak: Birilerinin
arasını bozacak söz ya da davranışta bulunmak.
Kurbanlık koyun gibi: Başına
geleceklerden haberi olmamak.
Kurşun yemek: Mermi ile yaralanmak.
Kurşuna dizmek: Birini
kurşunlarla öldürmek, kişinin hayatına son vermek.
Kurt masalı okumak: İnandırıcı olmaktan bahaneler,
özürler ileri sürmek.
Kurtlarını dökmek: İçinden
geçen bir şeyi bol bol yaparak mutlu olmak, heveslenmek.
Kuru iftira: Asılsız
iftira, birine yapmadığı bir suç, kötülük isnat etmek.
Kuru kalabalık: Hiçbir
işe yaramayan belli bir maç doğrultusunda bir araya gelmeyen insan topluluğu.
Kuru sıkı: Birini
korkutmak amacıyla söylenen yapmacık sözler.
Kuş beyinli: Akılsız
kimse.
Kuş gibi: Gereğinden
fazla hafif olan.
Kuş kadar canı olmak: Oldukça cılız,
zayıf, çelimsiz bir vücuda sahip olmak.
Kuş sütüyle beslemek: Çok
değerli, pahalı olan ve az bulunan besinler tüketmek, bunları yiyip
içmek.
Kuş uçmaz, kervan geçmez: Issız,
tenha yer.
Kuş uçurmamak: Çok
sıkı güvenlik önlemleri almak.
Kuşa çevirmek: Bir şeyi düzelteceği yerde onu daha
da bozmak.
Kutu gibi: Küçük
lakin kullanışlı.
Kuvvetten düşmek: Güçsüz
duruma düşmek, eski gücünü yitirmek.
Kuyruğu kapana kısılmak: Çok
zor bir duruma düşmek
Kuyruğu titretmek: Ölmek.
Kuyruğuna basmak: Kışkırtmak,
tahrik etmek.
Kuyruğunu kıstırmak: Birini
zor durumda bırakmak.
Kuyruk sallamak: Birilerine
yaranmaya çalışmak, dalkavukluk etmek.
Kuyruklu yalan: Çok
büyük yalan.
Kuyusunu kazmak: Bir
kimseye zarar vermek için çeşitli girişimlerde bulunmak.
Kuzu gibi: Çok
uysal.
Kuzu postuna bürünmek: Saldırgan
olan birinin kendisini yumuşak huylu olarak göstermesi.
Küçük dağları ben yarattım demek: Çok
aşırı kibirlenmek.
Küçük dilini yutmak: Fazlaca
şaşırmak, ne yapacağını bilemez olmak.
Küçük görmek: Birine değer vermemek, onu küçümsemek.
Küçük düşürmek: Birinin onurunu kırmak, onu küçümsemek, değerini
düşürmek.
Küfür savurmak: Çok
küfür etmek.
Küfür yemek: Kendisine
küfredilmek.
Kül kedisi: Uyuşuk, miskin, uysal kişi.
Kül kesilmek: Yaşadığı
korku ve heyecan neticesinde yüzünün renginin değişmesi.
Kül olmak: Bir şeyin bütünüyle yanıp yok olması.
Kül yutmamak: Tuzak ve hileleri fark eden, oyuna ve hileye karşı gözü
açık kimse.
Külahıma anlat: Yaptıkların
asla beni tatmin etmez istediğin kadar anlat, inanmam anlamında.
Külâhını ters giydirmek: Birinin
kendisine iyi davranmayanları bir hile ile pişman etmesi, kurnazlıkta sınır
tanımaması.
Külahları değişmek: "İlişkileri
bozulmak, bozuşmak" anlamında tehdit anlamında kullanılır.
Külünü göğe savurmak: Bir
şeyi kökten bitirmek, geride hiçbir şey bırakmamak.
Künyesi bozuk: İlk
zamanlarından beri sicili bozuk kimse. Yanlış, kötü işleri ilk zamanlarında da
yapan.
Küplere binmek: Çok
fazla öfkelenmek.
Küpünü doldurmak: Fırsatlardan
istifade ederek çokça para biriktirmek, zengin olmaya çalışmak.
Ayrıca bakınız
A harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
B harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
C-Ç harfleri ile başlayan deyimler ve anlamları
D harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
E harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
F harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
G harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
H harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
I-İ harfleri ile başlayan deyimler ve anlamları
K harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
L harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
M harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
N harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
O-Ö harfleri ile başlayan deyimler ve anlamları
P harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
R harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
S-Ş harfleri ile başlayan deyimler ve anlamları
T harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
U-Ü harfleri ile başlayan deyimler ve anlamları
Y harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
Z harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder