Aba altından değnek göstermek: Birilerini üstü kapalı sözlerle korkutmak, onları tehdit etmek.
Abanoz gibi: Kapkara,
çok sert.
Abayı yakmak: Çılgınca,
orantısız sevmek, birine gönül vermek, tutulmak.
Abbas yolcu: Birisi
için gidecek, buradaki işi bitti anlamında.
Abdestinden şüphesi olmamak: Yaptığı
işten tam olarak emin olmak.
Abes Kaçmak: Söylenilen
sözün ortama uygun düşmemesi, yersiz ve gereksiz olması.
Abesle iştigal etmek: Boş
ve anlamsız şeylerle vakit geçirmek.
Abesle uğraşmak: Boş gereksiz
şeylerle uğraşmak.
Abuk sabuk konuşmak: Saçma
sapan sözler söylemek düşünmeksizin alakasız konuşmak.
Abur cubur: Zamansız,
rastgele yenilen kişilere zararlı olan şeyler.
Acemi çaylak: Birinin
beceriksizliğini şaka yoluyla anlatmak için kullanılır.
Acem kılıcı gibi iki tarafı keskin olmak: Hem
birinden yana hem ona karşı olabilen. İki yanlı davranmak.
Acentadan çıkma: Hiç
kullanılmamış, yepyeni, sıfır.
Aceleye gelmek: Bir
iş için gerekli vakti beklemeden yapmak.
Aceleye getirmek: Herhangi
bir şeyi olması gereken zamanından önce yapmak. O işin olgunlaşmasını
beklememek.
Acemilik çekmek: Bir
işte bocalamak, başarılı olamamak.
Acı gelmek: Herhangi bir söz
veya davranıştan dolayı üzülmek.
Acı söylemek: Bir
kimseyi sert bir şekilde eleştirmek.
Acı söz: Kişiyi inciten, yaralayan, dokunaklı söz.
Acından ölmek: Gereğinden fazla acıkmış olmak.
Acısı yüreğine işlemek: Üzücü bir şeyin insan hafızasında
kalıcı bir etki bırakması.
Acısını çekmek: Yapılan
yanlış bir işin cezasını çekmek.
Acısını çıkarmak: Öç almak.
Aciz bırakmak: Bir
kişiyi çaresiz, güçsüz bir hale sokmak.
Açığa almak: Görevine
gerekli işlemleri yapmak için bir süreliğine son vermek.
Açığa çıkarmak: Bir
durumun farkına vararak onu gün yüzüne çıkarmak.
Açığa vurmak: Gizlediği
bir durumu meydana çıkarmak.
Açığı çıkmak: Saklamakla
görevli bulunduğu paranın veya malın eksik olduğu anlaşılmak.
Açığını kapatmak: Bir
işte bir hesapta eksik olanları tamamlamak.
Açığını yakalamak: Birisinin
hesapta hilesini, hatalı bir işini bulmak.
Açık alınla: Başarı
ve övünç ile.
Açık elli: Cömert,
mert kimse.
Açıkgöz: Fırsatları
en iyi değerlendirebilen kurnaz.
Açık gözlük etmek: Uyanık
davranmak.
Açık kalpli: Gizlisi
saklısı bulunmayan kimse.
Açık kapı bırakmak: Gereği
gibi davranabilmek için yol bırakmak.
Açık kart vermek: Kendi
adına işleri yürütmesi amacıyla birine tam yetki vermek.
Açık olmak: Hiçbir
şeyi saklamamak, tam içten olmak.
Açık oynamak: Her
şeyi apaçık olmak. Hiçbir gizli niyeti olmamak.
Açık sözlü: Düşüncelerini
dolambaçlı değil de apaçık söyleyen kimse.
Açıktan açığa: Gizli
değil, göz göre göre.
Açık vermek: Hesabı
tutturamamak ya da bir şekilde kendini ele verecek davranışlarda bulunmak.
Aç kurtlar gibi: Çok
şiddetli bir istekle atılmak.
Aç susuz kalmak: Fakirlikten,
yoksulluktan yaşayamaz bir duruma gelmek.
Açlıktan gözleri kararmak: Gereğinden
fazla acıkmak.
Açlıktan nefesi kokmak: Yoksulluk
içinde bulunmak. Sefalet.
Açmaza düşmek: İçinden
çıkılması oldukça çok zor bir durumla karşı karşıya gelmek.
Açtı ağzını, yumdu gözünü: Ağzına
ne gelirse düşünmeden söylemek, öfkelenmek.
Açık yürekli: İçtenlikli
olan içinde bir şey saklamadan bunları açıkça söyleyen.
Açıkta kalmak: İşini
kaybetmek, işsiz kalmak.
Açıktan kazanmak: Herhangi
bir emek vermeden elde edilen para.
Açıl susam açıl: Alay
ederek bir zorluk karşısında yardım amaçlı kullanılır.
Açlıktan göbeğine taş bağlamak: Aç
ve çaresiz bir durumda olmak.
Açlıktan imanı gevremek: Oldukça
uzun bir süre bir şey yiyip içmemiş olmak.
Açlıktan köpük kusmak: Açlıktan
neredeyse ölecek bir hal almak.
Adam azmanı: Fiziki
açıdan standartların dışında olan kimse.
Adam etmek: Bir
kişiyi yetiştirip faydalı biri haline getirmek.
Adam evladı: Aile
terbiyesiyle büyümüş kimse.
Adam içine çıkmamak: Çeşitli
olumsuzluklar nedeniyle insanlar arasına karışmaya yüzü olmamak.
Adam oluncaya kadar dokuz fırın ekmek İster: Toplumun
istediği biri olması için daha çok zamana ve çalışmaya ihtiyacı var.
Adam yerine koymak: Oldukça
değersiz bir kişiye değer vermek.
Adamdan saymak: Değeri olmadığı halde bir
kimseye kıymet vermek, saygı duymak.
Adamına düşmek: Tesadüfen bir işte en uygun kişiye rast gelmek.
Adamını bulmak: Bir
işi en iyi, en güzel, marifetli yapacak kişiyi bulmak.
A'dan z'ye kadar: Bütünüyle,
hepsi.
Adet edinmek: Sürekli yapılan alışkanlık.
Adet yerini bulsun diye: Gerekli
görüldüğü için değil yalnız alışılmış olduğu için.
Adı çıkmak: Ün
(daha çok kötü bir ün) kazanmak.
Adı duyulmak: Ünlü
bir kişi haline gelmek.
Adı gibi bilmek: Tam olarak bilmek, emin olmak.
Adı kalmak: Kişinin
yokluğunda isminin anılması.
Adı karışmak: Herhangi
bir iş ya da olayla anılır olmak, ismi karışmak.
Adı sanı belirsiz: Nedir, nerededir kimsenin bilgisi yok.
Adım atmak: Bir
girişimde bulunmak, o işin ilk kısmını yapmak.
Adımını denk atmak: Düşünerek, tedbirli hareket etmek.
Adını defterden silmek: Birisiyle
ilişkiyi kesmek.
Afal afal: Şaşkın bir biçimde.
Afaroz etmek: Bir
kimseyle olan bütün ilişkileri kesmek.
Afra tafra: Gösterişle, fiyakayla.
Afur tafura gelmek: Gösterişli
kişilere karşı gelmek.
Afyonu başına vurmak: Aşırı
öfkeden, yaşadığı duygudan ne yaptığını bilmemek.
Afyonu patlamak: Keyfi
yerinde olan birini bazı davranışlarla çileden çıkarmak.
Ağaç olmak: Birini ayakta uzun bir süre bekletmek.
Ağına düşmek: Tuzağına
düşmek.
Ağır canlı: Bir
şey yapmazsa bile yalnız varlığı ile insana sıkıntı veren hareketleri ağır ve
sıkıcı kimse.
Ağır kanlı: Davranışı yavaş ve tembel olan olur olmaz şeylere
aldırmayan uyuşuk.
Ağır söz: Kalbi kıran söz.
Ağır top: Bir
toplulukta sözü gecen kişi, herkesin saygı duyduğu kimse.
Ağırdan almak: Bir
işte isteksizlik göstermek.
Ağırına gitmek: Gücüne
gitmek.
Ağırlık basmak: Uyku
bastırmak.
Ağırlık vermek: Sıkıntı
vermek veya öncelik tanımak.
Ağır aksak: Çok
yavaş ve özensiz.
Ağına düşmek: Kurduğu
tuzağa düşmek.
Ağır basmak:
Diğerinden daha etkin olmak.
Ağır canlı: Atik
olmayan oldukça yavaş iş yapan.
Ağır dil: Kişiyi
yaralayan ve kişinin zoruna giden dil.
Ağırlığını koymak: Bir
şeyin iyi sonuçlanması için bütün gücünü kullanmak.
Ağıt yakmak: Ölümden
duyulan acıdan acıklı, hüzünlü şeyler söylemek.
Ağız açmamak: Hiçbir şey
söylememek.
Ağız açtırmamak: Başkalarının
bir şey konuşmasına fırsat vermemek.
Ağız ağıza vermek: İki
kişinin yakın mesafede gizlice konuşmaya dalmaları.
Ağız birliği etmek: Bir
şey hakkında ortak bir karara varmak.
Ağız dalaşı: Karşılıklı
olarak kötü şeyler söyleyerek yapılan münakaşa.
Ağız değiştirmek: İlk
söylediğinden başka türlü konuşmak.
Ağız dil vermemek: Hastanın çok ağırlaşarak artık bir şey söyleyemez
olması.
Ağız eğmek: Yalvararak
bir şey istemek.
Ağız kalabalığı etmek: Konu dışı gereksiz şeyler söylemek.
Ağız kokusu: Bir
kimsenin dayanılmaz, çekilmez tutum ve davranışlarına katlanmak.
Ağız tadıyla: Lezzetini, hoşluğunu hissederek.
Ağız yapmak: Yapamayacağı
bir işi güya yapacakmış gibi birini oyalamak.
Ağlama duvarına dönmek: Herkesin dert babası olmak.
Ağzı açık kalmak: Şaşakalmak,
hayret etmek.
Ağzı bozuk: Argolu,
küfürlü konuşmayı alışkanlık haline getiren kişi.
Ağzı cıvık: Ağzına geleni söyleyen kişi. Ağzında bir şeye
saklayamayan.
Ağzı dili kurumak: Bir
şeyi bıkacak derecede aşırı bir şekilde tekrarlamak.
Ağzı gevşek: Sır saklayamayan kimse.
Ağzı kulaklarına varmak: Çok, aşırı sevinmek.
Ağzı laf yapmak: Söz söylemekte oldukça usta olmak.
Ağzı pek: Sır saklayabilen.
Ağzı süt kokmak: Çok
genç ve tecrübeden yoksun olmak.
Ağzı sulanmak: Birine imrenmek.
Ağzı var dili yok: Pek
sessiz bir kimseyi övmek için söylenir.
Ağzına bir parmak bal çalmak: Bir kişiyi tatlı, hoşa giden
şeylerle avutmak.
Ağzına bir şey koymamak: Hiçbir
şey yememek.
Ağzına geleni söylemek: Ağır ve kırıcı sözler söylemek.
Ağzına sakız olmak: Dedikodu
konusuna dönüşmek.
Ağzına sürmemek: Bir
şeyden hiç yememek.
Ağzına tükürmek: Lanet
okumak. Bir kişiye ağzının payını vermek.
Ağzında bakla ıslanmamak: Hiçbir
sır saklamamak.
Ağzında gevelemek: Bir
şeyi açıkça söyleyememek, onu ağzında gidip getirmek.
Ağzından baklayı çıkarmak: Sabrı
tükenip o zamana kadar sakladığı şeyleri söylemeye başlamak.
Ağzından bal akmak: Etkileyici,
güzel bir şekilde konuşmak.
Ağzından çıkanı kulağı duymamak: Sözlerini
tartmadan ağır sözler söylemek.
Ağzından düşürmemek: Her
yerde sözünü etmek, ondan bahsetmek.
Ağzından girip burnundan çıkmak: Dil
dökerek birini kandırmak
Ağzından kaçırmak: İstemediği
halde boş bulunup söyleyivermek.
Ağzından laf almak: Bir
kimseden bir şekilde bazı şeylerle ilgili bilgi sahibi olmak.
Ağzından lokmasını almak: Bir
kimsenin geçimini sağladığı şeyi, ekmeğini elinden almak.
Ağzını açıp gözünü yummak: Sinirli
olduğu zaman ağzına gelen her şeyi söylemek.
Ağzını açmamak: Hiçbir
şey söylememek, susmak.
Ağzını bıçak açmamak: Üzüntüden veya başka sebeplerden
konuşamamak.
Ağzını bozmak: Küfretmek.
Ağzını hayra aç: Kötü olanlardan söz etme. İyi olanı söyle.
Ağzını kiraya vermek: Hiçbir şey söylemek istememek, konuşmamak.
Ağzını topla: Kötü olan sözleri terk etmek anlamında.
Ağzını yoklamak: Birinin bir şey hakkında bildiğini sezdirmeden
söyletmeye çalışmak.
Ağzının içine bakmak: Bir
kimsenin sözlerini takdire şayan, beğeniyle dinlemek veya sözlerini yerine
getirmeye hazır olmak.
Ağzının kokusunu çekmek: Bir
kimsenin çekilmez haline katlanmak.
Ağzının mührü ile: Oruçlu bir şekilde.
Ağzının payını almak: Azarlanmak,
hor görülmek.
Ağzının payını vermek: Oldukça sert bir şekilde birine haddini
bildirip susturmak.
Ağzının suyu akmak: Çok beğenmek, imrenmek.
Ağzının tadı bozulmak: Bir
kimsenin kurulu düzeninin bozulması.
Ağzının tadını bilmek: Her
şeyin en güzelini seçebilmek.
Ağrısız başına kaşbastı bağlamak: Olmadık
yere kendine iş çıkarmak.
Ah almak: Haksızlık, zulüm ettiği kişinin bedduasını almak.
Ahı çıkmak: Bedduanın
etkisinin göstermesiyle kötü bir durumla karşılaşmak.
Ahı tutmak: Haksızlığa uğramış kişinin bedduasının kabul olması.
Ahkâm kesmek: Çekinmeden
kesin yargılarda bulunmak.
Akan sular durmak: Tersi söylenemeyecek bir durumun ortaya çıkması.
Akıl almamak: Olabilecek bir şeyin kimsenin inanmayacağını sanmak.
Akıl baliğ olmak: Ergenlik
dönemine girmek.
Akıl erdirememek: Anlamaya
çalıştığı halde anlayamamak.
Akıl etmek: Mantıklı bir şey yapmak, bir çözüm yolu bulmak.
Akıl hocası: Birine
yol gösteren, ona rehberlik yapan kişi.
Akıl küpü: Gereğinden
fazla akıllı kişi.
Akıl öğretmek: Tavsiyede bulunmak, yol göstermek.
Akıl yormak: Bir konu hakkında düşünmek.
Akıldan çıkmak: Unutulmak, ikinci plana atılmak.
Akıllara durgunluk vermek: Çok
şaşılacak bir şeyin olması.
Akıllı uslu: Yaramaz olmayan, sakin ve dengeli kimse.
Akıntıya kürek çekmek: Bir
iş üzerinde boşuna gayret sarf etmek, boşuna zaman harcamak.
Akla karayı seçmek: İş
oluncaya kadar her zahmeti göze almak.
Akla yakın: Mantıklı,
kabul edilebilir nitelikte olan bir şey.
Aklı başına gelmek: Zarar gördüğü bazı nedenlerden dolayı uslanmak,
daha sonra akıllı davranmak.
Aklı çatallanmak: Bir şeyde şüpheye düşmek, karar verememek.
Aklı durmak: Şaşmak,
inanılmayacak bir şey olmak.
Aklı ermek: Olup
bitenleri anlayacak düzeye gelmek.
Aklı gözünde: Yalnızca gördüğüne inanan.
Aklı kesmek: Bir şeyin olabileceğine inanmak.
Aklı pusmak: Dalgınlıktan anlayamamak.
Aklına esmek: Bir
şeyi yapma hevesine kapılıvermek.
Aklına koymak: Bir şeyi
yapmaya karar vermek. Kararlılık göstermek.
Aklına takılmak: Bir
şeyle her zaman kafasını meşgul etmek.
Aklına yatmak: Mantıklı gelmek, düşüncesine paralel.
Aklından çıkarmak: Unutmak, anmaz olmak.
Aklından geçirmek: Bir şeyi yapmayı planlamak.
Aklını başına almak: Akıllıca işler yapmaya başlamak.
Aklını başından almak: Birinden
çok etkilenmek. Birinin güzelliği karşısında hayrete
düşmek.
Aklını bir şeyle bozmak: Bir
şey üzerine gereksiz, devamlı düşünmek.
Aklını çelmek: Kararından
vazgeçirmeye çalışmak.
Aklını peynir ekmekle yemek: Aptalca
bir şeyler yapmak.
Aklını oynatmak: Deli olmak. Delirmek.
Al aşağı etmek: Bir kişiyi bulunduğu yerden etmek. Makam ve mevkiden
düşürmek.
Al birini vur ötekine: Hiçbiri beş para etmez.
Alaca bulaca: Çok
karışık renkli.
Alaca karanlık: Yarı karanlık.
Alavere dalavere: Hile ve düzenbazlıkla.
Alayı karayı yığmak: Ne kadar kötü ihtimal varsa bunları söylemek.
Aldırış etmemek: İlgisiz
kalmak, takmamak.
Alı al moru mor: Telaş
ve yorgunluktan yüzü kıpkırmızı kesilmiş.
Alıcı gözüyle bakmak: İnceden
inceye gözden geçirmek.
Alımı tez: Her şeyi çabuk öğrenen, kabiliyetli, becerikli.
Alın teri dökmek: Çok
fazla emek vermek.
Alın teriyle kazanmak: Hak
ederek çalışarak emek sarf ederek kazanmak.
Alın yazısı: Kader, yazgı.
Ali Cengiz oyunu: Haince ve kurnazca bir iş yapmak.
Allah utandırmasın: İnşallah başarılı bir sonuç elde edersin,
anlamında.
Allah'a bir can borcu olmak: Allah'tan
başka kimseye borcu olmamak.
Allah vergisi: Doğuştan
var olan yetenek.
Allak bullak etmek: Mevcut düzeni bozmak.
Allayıp pullamak: Kötü bir görünüşü ortadan kaldırmak için bir şeyi
süslemek.
Allem etmek kallem etmek: Ne
yapıp yapıp elde etmek.
Alnı açık, yüzü ak: Kimseden
saklanacak bir durumu yok. Temiz, doğru.
Alnını karışlamak: Birini bir şekilde tehdit etmek.
Alnının akıyla: Emek vererek hak ederek.
Alt etmek: Yenmek, mağlup etmek.
Alt üst etmek: Aramadık yer bırakmamak.
Altı alay, üstü kalay: İçi dışı farklı olan. İçi oldukça kötü, dışı
süslü ve güzel.
Altın kesmek: Oldukça fazla miktarda para kazanır olmak.
Altın leğene kan kusmak: Zengin
olup da mutlu olamamak.
Altında kalmamak: Bir
şeyi karşılıksız bırakmamak.
Altından Çapanoğlu çıkmak: Bir iş yapılırken umulmadık bir durumla
karşılaşmak, başa iş açmak.
Altından kalkmak: Zor olanı başarmak.
Altını üstüne getirmek: Bir
şeyi bulmak için her tarafı karıştırmak.
Alttan almak: Sürekli kendinden ödün vermek, bir olumsuzluk çıkmasını
önlemek.
Alttan güreşmek: Birini
gizli gizli yenme yollarını aramak, onu yenmek için uygun vakti kollamak.
Aman dilemek: Savaşta kazananın merhametine sığınmak.
Amiyane tabiriyle: Halkın
tercih ettiği deyişle.
Amana gelmek: Teslim
olmak.
Aman vermemek: Birine göz açtırmamak, sürekli rahatsız etmek.
Amanı kesilmek: Bir
şey söyleyemeyecek kadar güçsüz kalmak.
Ana kuzusu: Bakım ve
himayeye muhtaç küçük çocuk.
Anası ağlamak: Çok
zahmet çekmek, eziyet çekmek.
Anası sarımsak babası soğan: Görgüsüz ve adi bir ailenin çocuğu.
Anasından doğduğuna pişman etmek: Eziyet
ederek birini canından bezdirmek.
Anasından emdiği burnundan gelmek: Bir
işi sonuçlandırırken çok büyük sıkıntılara katlanmak.
Anasını ağlatmak: Bir kişiye gereğinden fazla eziyet edip sıkıntı
çektirmek.
Anasının gözü: Pek kurnaz,
becerikli kimse.
Anasının nikâhını istemek: Satacağı bir şey için değerinin çok üstünde
para istemek.
Anca beraber, kanca beraber: Bir iş iyi de gitse kötü de gitse
birlikte hareket etmek.
Anka gönüllü: Tok gönüllü.
Anladımsa Arap olayım: Bir şey anlamadım anlamında.
Anlamazlıktan gelmek: Bir
şeyi anladığı halde o şeyi anlamamış görünmek.
Apar topar: Hazırlanmadan,
çok acele bir şekilde.
Apiko beklemek: Bir
işe başlamak için hazır olmak.
Ar damarı çatlamak: Utanç duyulacak şeyleri hiç
sıkılmadan yapar olmak.
Aracılık etmek: Bir işin gerçekleşmesi için birine yardım etmek.
Arada çıkarmak: Birçok
iş arasından bir işi neticelendirmek, yapıp bitirmek.
Arafat'ta soyulmuş hacıya dönmek: Her şeyini kaybedip çırılçıplak
kalmak.
Aralarına kara kedi girmek: Çok iyi anlaşan iki dostun aralarının
bozulması.
Aralarını açmak: İki
taraf arasındaki dostluğu bozmak.
Aralarından su sızmamak: Birbirleriyle
pek dost olanlar için kullanılır.
Arap saçına dönmek: Karmakarışık
olmak, içinden çıkılmaz bir hale gelmek.
Araya soğukluk girmek: Aralarındaki dostluğun zayıflaması.
Ardı arkası kesilmemek: Sürekli olarak devam eden, bitmeyen.
Arı kovanı gibi işlemek: Girip
çıkanı çok olan yerin durumu.
Arı kovanına çomak sokmak: Başını
belaya sokacak söz söylemek.
Arık altından tarla bağışlamak: Bir kişiye menfaat yolunu göstermek.
Ârif olan anlar: Ancak belli bir birikimi olan kişiler anlar.
Arka çıkmak: Birisini savunmak, ona destek olmak.
Arkadan vurmak: Kendisine
güvenen ve inanan birine gizlice kötülük etmek.
Arkası kesilmek: Devam
eden bir şeyin son bulması.
Arkası mihrapta olmak: Güçlü,
sözü geçen birine sırtını vermek.
Arkasını getirememek: Bir işin sonunu getirememek, onu
sonuçlandıramamak.
Arkasını sıvamak: Birine iltifat edip onu bir işi yapmaya teşvik etmek.
Armudun sapı, üzümün çöpü var demek: Her şeyde mutlaka bir
kusur bulmak.
Armut piş, ağzıma düş: Emek
harcamadan bir şeye sahip olmak isteyenler için kullanılır.
Arpacı kumrusu gibi düşünmek: Çaresizce
ve umutsuz bir şekilde derin derin düşünmek.
Arpalık yapmak: Bir
kişiyi sürekli sömürmek, ondan çıkar sağlamak.
Asabı bozulmak: Çok
fazla sinirlenmek.
Asayiş berkemal: Güvenlikle
ilgili hiçbir sorun yoktur anlamında kullanılır.
Asfalt etmek: Bir kişiyi döverek onu ayakta duramayacak şekle sokmak.
Asıp kesmek: Zorbalık
etmek, sert davranmak.
Askıda kalmak: Bir nedenden dolayı bitirememek, işin öylece kalması.
Askıya almak: Bir işin
birtakım nedenlerle gerçekleşmesini geçici bir süre ertelemek.
Aslan kesilmek: Cesur,
hırçın davranışlarda bulunmak.
Aslı astarı olmamak: Asılsız
olduğu anlaşılan şey.
Astarı yüzünden pahalı olmak: İşin
ayrıntısına ödenen paranın işin aslı için ödenen miktarını geçmesi.
Aş damı: Mutfak.
Aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık: İki
karşıt konuda karar verme zorluğu.
Aşığı cuk oturmak: Her
işi yolunda gitmek.
Âşık atmak: Kendisinden üstün biriyle yarışmak.
Aşığını boyamak: Menfaat elde etmek.
Aşka gelmek: Şevk
ve heyecana kapılmak.
At gözlüğü ile bakmak: Olaylara geniş bir perspektiften
bakmamak.
At izi it izine karışmak: Suçlu ile suçsuzu birbirine karıştırmak.
Atarı olmamak: İstekli olmamak.
Ateş bacayı sarmak: Tehlikeli
bir işin önüne geçilemez bir hal alması.
Ateş basmak: Çok fazla
sıkılmak, heyecanlanmak.
Ateş olsa cirmi kadar yer yakar: Onun
korkulacak bir tarafı yoktur.
Ateş pahasına: Çok aşırı
pahalı.
Ateş püskürmek: Öfkelenip
ileri geri konuşmak.
Ateşe atmak: Bir
kişiyi oldukça tehlikeli bir işe sokmak.
Ateşe vursan duman vermez: Aşırı
cimri
Ateşi başına vurmak: Çok
aşırı sinirlenmek.
Ateşle oynamak: Oldukça
tehlikeli bir işin üstüne üstüne gitmek.
Ateşten gömlek: İçinde
bulunan zor durumu anlatmak için kullanılır.
Atı alan Üsküdar'ı geçti: Tüm
fırsatlar kaçtı. Yapılacak bir şey yok.
Atı eşkin kılıcı keskin: İstediğini
yapan oldukça güçlü kişi.
Atıp tutmak: Büyük işler yapacağını öne sürmek, ha bire söylemek.
Attan inip eşeğe binmek: Bulunduğu
mevki, makamdan daha aşağı mevki ve makamlara inmek.
Av avlandı tav tavlandı: Uygun
veya değil her şey oldu bitti.
Avara kasnak işlemek: Hiçbir
işe yaramadan boşuna çalışmak.
Avaz avaz bağırmak: Sesi yettiği kadar bağırmak.
Avucunu yalamak: Umduğunu ele geçirememek.
Avucunun içi gibi bilmek: Çok
iyi bilmek.
Avuç açmak: Dilenmek.
Avurdu avurduna geçmek: Çok
zayıfladığını yüzünden belli ettirmek.
Ayağı kaymak: Kötü
bir yola düşmek.
Ayağına bağ olmak: İşine
engel olmak.
Ayağına kara sular inmek: Çok
uzun bir süre ayakta kalıp yorulmak.
Ayağını çekmek: Sık
sık gittiği bir yere artık gitmemek.
Ayağını yorganına göre uzatmak: Giderini
gelirine göre ayarlamak.
Ayağının altına karpuz kabuğu koymak: Ayağını
kaydırmak.
Ayak bağı: İşin
yapılmasına engel olan şey.
Ayak diremek: Kendi
görüş, düşünce ve tutumunda ısrar etmek.
Ayak takımı: Görgüsüz
birileri için kullanılan aşağılama sözü.
Ayak uydurmak: Bir
değişikliğe uyum sağlamak.
Ayak üstü: Ayakta
durarak, kısa süreliğine.
Ayak yapmak: Kandırmaya
çabalamak.
Ayakları yere basmak: Gerçekçi
olmak.
Ayaklı kütüphane: Genel
kültürü çok zengin olan kimse.
Aynı ağzı kullanmak: Aynı
şeyleri söylemek.
Aynı telden çalmak: Aynı
şeyleri söylemek, aynı tutumda bulunmak.
Ayranı kabarmak: Çok öfkelenmek.
Ayvayı yemek: Çok
tehlikeli bir duruma düşmek.
Ayağa düşmek: Değerini
ve itibarını tamamen kaybetmek.
Ayağı cıvık: Sürekli
gezen.
Ayağı ile gelmek: Kendi
rızasıyla gelmek.
Ayağı üzengide: Hemen yolculuğa çıkacak kişi.
Ayağı yerden kesilmek: Ayağı yere değmez olmak.
Ayağına çelme takmak: Birine
tuzak kurmak.
Ayağına gitmek: Büyüklük
taslamadan birinin yanına varmak.
Ayağına kapanmak: Yalvarıp
yakarmak. Aman dilemek.
Ayağını berk basmak: Direnmek.
Ayakları suya ermek: Bir
işin aslını sonradan öğrenmek. Aklı sonradan başına gelmek.
Ayakları yere değmemek: Çok fazla mutlu olmak.
Ayaklarına kara sular inmek: Gereğinden fazla yorulmak.
Ayasofya'da dilenip Sultanahmet'te sadaka vermek: Başkasının yardımına
muhtaç olduğu halde sırf gösteriş için başkasına para dağıtmak.
Ayıkla pirincin taşını: Karışık,
içinden çıkılması zor işler için kullanılır.
Ayyuka çıkmak: Herkesçe
bilinmek, duyulmak.
Ayvaz kasap hep bir hesap: Bütün
yollar aynı sonuca gider.
Az kalsın: Neredeyse,
az daha.
Azınlıkta kalmak: Bir
yerde sayıca az olmak.
Azrail'e elense çekmek: Oldukça
tehlikeli işler yapmak.
Ayrıca bakınız
A harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
B harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
C-Ç harfleri ile başlayan deyimler ve anlamları
D harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
E harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
F harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
G harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
H harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
I-İ harfleri ile başlayan deyimler ve anlamları
K harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
L harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
M harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
N harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
O-Ö harfleri ile başlayan deyimler ve anlamları
P harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
R harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
S-Ş harfleri ile başlayan deyimler ve anlamları
T harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
U-Ü harfleri ile başlayan deyimler ve anlamları
Y harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
Z harfi ile başlayan deyimler ve anlamları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder